"Bizim tek kaygımız İnsanidir"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Allah'ın izniyle, milletimizin desteğiyle, Türkiye ekonomisindeki bu güven ve istikrar sürecini hiç sarsmadan devam ettireceğiz...' dedi. İşte Erdoğan'ın Ulusa Sesleniş Konuşması...Aziz vatandaşlarım...Sizleri en kalbi duyg

"Bizim tek kaygımız İnsanidir"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Allah'ın izniyle, milletimizin desteğiyle, Türkiye ekonomisindeki bu güven ve istikrar sürecini hiç sarsmadan devam ettireceğiz...' dedi. İşte Erdoğan'ın Ulusa Sesleniş Konuşması...

Aziz vatandaşlarım...

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle ve muhabbetle selamlıyorum.

Geride bıraktığımız bir ayın değerlendirmesini yapmak, ay içinde meydana gelen gelişmeleri aklıselim ile yorumlamak; dünyamızda ve ülkemizdeki güncel meseleler hakkındaki görüşlerimi siz değerli vatandaşlarımla, kardeşlerimle paylaşmak üzere bir kez daha huzurlarınızdayım.

Göreve gelirken, ülkemizi her alanda kalkındıracağımızı, yurdumuzu daha emniyetli, daha huzurlu, daha müreffeh, daha bayındır hale getireceğimizi, Türkiye’nin itibarını yükselteceğimizi ifade etmiştik.

Yatırımları, reformları hız kesmeden sürdüreceğimizi; özgürlüklerimizden de, güvenliğimizden de asla taviz vermeyeceğimizi vurgulamıştık.

Bu ay içinde de, hedeflerimize ulaşmak, ustalık dönemimizin gereklerini yerine getirmek için önemli adımlar attık, icraatlar gerçekleştirdik.

Ülkemizin dünyadaki itibarını daha da pekiştiren bir dizi toplantının, ziyaretin gerçekleştiği oldukça yoğun bir ay geçirdik.

Bitlis’te gerçekleştirdiğimiz toplu açılış töreniyle, büyük çoğunluğu eğitim kurumları olmak üzere bu şehrimize kazandırdığımız 14 ayrı yatırımın resmi açılışını yaptık.

Tek bir törenle, 28 milyon 432 bin liralık yatırımı hizmete açarak, bunları Bitlis’in, Bitlisli kardeşlerimizin hizmetine sunduk.

 

Yine Ankara’da, 11.11.2011 tarihinin sembolik anlamına binaen, Orman ve Su İşleri Bakanlığımız tarafından yurdumuzun çeşitli illerinde, bölgelerinde inşa ettirilmiş olan 111 tesisimizi, milletimizin hizmetine sunduk.

Bir kalemde, bir törende tam 8 milyar 365 milyon liralık -yani yaklaşık olarak söylüyorum, eski rakamla 8.5 katrilyonluk-, 111 ayrı yatırımın resmi açılışını gerçekleştirdik.

5 baraj, 48 hidroelektrik santrali, 12 dere ıslahı ve taşkın koruma tesisi, 5 gölet, 11 sulama tesisi, 10 içme suyu tesisi, 3 meteoroloji radarı, 5 gözlem istasyonu, 6 kent ormanı ve 6 milli park, resmi olarak hizmete açıldı.

Bu tesislerle, Türkiye’nin elektrik üretimi arttı, tarım arazileri su ile buluştu, illerimiz, ilçelerimiz, köylerimiz temiz içme suyuna kavuştu, taşkınlara karşı daha korunaklı bir hale geldi.

Burada bir hususun altını çizmek istiyorum.

Bizden önce görev yapan hükümet, 3 yıllık iktidarı süresince DSİ eliyle sadece 9 tesis açmıştı.

Biz, 9 yıllık iktidarımız süresince, bütçeyi kısmamıza rağmen, tam 991 adet tesisi tamamladık ve milletimizin hizmetine sunduk.

Çünkü bizim yüreğimizde millet aşkı var, bizim anlayışımızın temelinde “önce insan” anlayışı var; insanı yücelt ki, devlet yücelsin anlayışı var…

İçimizdeki vatan sevdası daha fazla hizmet, daha fazla eser, daha fazla değer üretmek noktasında bizi motive ediyor.

Milletimize kazandırdığımız her bir eserden dolayı iftihar ediyoruz.

Tamamladığımız, hizmete açtığımız, kazandırdığımız her bir eser, yeni eserler, yeni hizmetler üretmek için heyecanımızı artırıyor..

 

Aziz vatandaşlarım,

Kasım ayı içinde, hem yurt içinde, hem yurtdışında ülkemize büyük yararlar getireceğine inandığımız pek çok uluslararası temasta bulunduk; ziyaretler gerçekleştirdik.

Atlantik Konseyi tarafından düzenlenen Karadeniz Ekonomi ve İş Forumu İstanbul’da yapıldı.

Birçok ülkeden yüksek düzeydeki temsilcinin katıldığı bu Forum dolayısıyla Türkiye’nin enerji alanında her geçen gün daha kilit bir önem kazandığını bir kez daha teyit ettik…

Yine İstanbul’da Dünya Türk Girişimciler Kurultayı’na ev sahipliği yaptık; Avustralya’dan Ortadoğu ülkelerine, Brezilya, Şili’ye kadar dünyanın muhtelif yerlerinde, yaklaşık 90 ülkede faaliyet gösteren 2 bin 200 Türk girişimcimizle bir araya geldik.

Bu Kurultay’da bir kez daha gördük ki, Türkiye’nin, insanımızın özgüveni eskisiyle mukayese edilemeyecek ölçüde artmıştır.

Amerika ve Avrupa başta olmak üzere dünya genelinde baş gösteren kriz dalgasına rağmen, Türkiye istikrarlı bir şekilde büyüme periyodunu sürdürüyor.

Girişimcilerimiz, sanayicilerimiz, işverenlerimiz, yatırımcılarımız, müteahhitlerimiz dünyanın dört bir yanında büyük başarılara imza atıyor; Türkiye’yi ve milletimizi gururla temsil ediyorlar.

Allah’ın izniyle, milletimizin desteğiyle, Türkiye ekonomisindeki bu güven ve istikrar sürecini hiç sarsmadan devam ettireceğiz.

Para politikasından, mali politikalardan asla taviz vermeyeceğiz. Özel sektörü, finans sektörünü tedirgin edecek, güveni zedeleyecek hiçbir adım atmayacağız. Ayağımızı yere sağlam basarak yolumuza devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim, yine bu ay içinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’yi ülkemize davet ettik ve önemli bir görüşme gerçekleştirdik.

Sayın Barzani ile terör başta olmak üzere bölge için hayati önem taşıyan pek çok meseleyi ele aldık…

Bölücü terör örgütünün sadece Türkiye’ye değil, bölgedeki bütün ülkelere zarar verdiği, bölgenin istikrarı, kalkınması için ciddi bir tehdit unsuru olduğu yönündeki müşterek görüşlerimizi teyit ettik.

Yine, dış politikamız açısından büyük ehemmiyet taşıyan iki önemli yurtdışı ziyareti gerçekleştirdik…

Kasım ayının hemen başında, önce, Türkiye’den Almanya’ya iş göçünün 50’nci yılı vesilesiyle düzenlenen etkinliğe katılmak üzere 1-2 Kasım tarihlerinde Almanya’ya gittik… Ardından 3-4 Kasım tarihlerinde Fransa’da düzenlenen G-20 Zirvesi’ne katıldık.

Sevgili vatandaşlarım…

Almanya ziyaretimize özellikle değinmek istiyorum…

Bu ziyaretim sırasında, Federal Almanya Şansölyesi bayan Merkel ile Türkiye-Almanya ilişkilerini daha ileri bir düzeye taşımak, oradaki Türk kökenli Alman vatandaşlarının durumunu ele almak konusunda verimli görüşmeler gerçekleştirdik.

Bu vesileyle şunu da belirtmek isterim:

Bundan 50 yıl önce, 30 Ekim 1961’de Anadolu’dan, Trakya’dan birçok insanımız “misafir işçi” vasfıyla Almanya’ya gittiler…

Son 50 yıl içinde Almanya’ya gitmiş vatandaşlarımızın ve Türk kökenli Alman vatandaşlarının toplam sayıları, bugün 3 milyona yaklaşıyor…

Elbette, Almanya ile siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alandaki işbirliğimiz, sadece 50 yıllık bir maziye dayanmıyor; Almanya ile çok daha köklü, çok daha eskilere uzanan bir işbirliğimiz söz konusu!

 

Bugün itibarıyla, Türkiye için Almanya, Almanya için de Türkiye, birbirlerinin en büyük ticaret ortağı haline gelmiştir.

Geçtiğimiz yıl, yani 2010 yılında, Türkiye ile Almanya arasındaki dış ticaret hacmi 25 milyar Avro’ya ulaştı.

2011 yılının ilk yarısında ise 16 milyar Avro’luk ticaret gerçekleştirdik.

Şu anda Almanya’da Türk ve Türk kökenli Alman vatandaşları tarafından kurulmuş 72 binin üzerinde işletme var.

Bu işletmeler, yılda 33 milyar Avro ciro yapıyor. 350 bin kişiye istihdam sağlayarak, Almanya ekonomisine ciddi bir katkıda bulunuyor.

Burada şu hususun özellikle altını çizmek istiyorum:

Kültürler arası çatışmadan, medeniyetler arası çatışmadan, ırkçılıktan her defasında büyük zararlar görmüş olan Avrupa’nın 2000’li yıllarda hâlâ ayrımcılık üretmesi, göçmenlere karşı ırkçı tavırlar sergilemesi, onları hor görmesi asla kabul edilemez…

Bizler, her türlü ırkçılığı, ayrımcılığı, İslamofobia’yı açık bir dille reddediyoruz.

Aziz milletim…

Tunus’ta başlayan, ardından Mısır’da, Libya’da, Yemen ve Suriye’de devam eden değişim ve dönüşüm rüzgarı, bütün bir bölgede etkisini sürdürüyor…

Bölgedeki anti-demokratik yönetimler, kendi halklarının demokratik talepleri doğrultusunda bir bir tasfiye oluyor.

Bölgedeki hiçbir yönetimin, halktan gelen bu meşru taleplere sırtını dönmesi; bu talepleri görmezden gelmesi, yok sayması mümkün değildir.

Diktatörlerin ardından yönetimi devralmış geçici yönetimlerin de bu süreci geciktirmesi söz konusu olamaz.

Nitekim, birkaç gün önce, Mısır’da Başbakan İsam Şeref liderliğindeki kabinenin istifası akabinde, Tahrir Meydanı’nın yeniden büyük kitlesel gösterilere sahne olması, bunun açık bir göstergesi olarak okunmalıdır.

Mısır halkı, ülkenin bir an evvel normalleşmesini istiyor. Halk, demokratik yollarla iş başına gelecek bir hükümete kavuşacağı günü bekliyor.

Aynı şekilde bizler de, dost ve kardeş Mısır’daki Yüksek Konsey’in insan hakları noktasındaki beklentileri karşılamasını ve daha fazla kan dökülmeden bu süreci başarıyla yönetmesini arzu ediyoruz.

Bu bakımdan Konsey’in, parlamento seçimlerinin süratle ve belirtilen takvim çerçevesinde gerçekleştirileceğini duyurmasını, önemli ve anlamlı bir adım olarak görüyoruz.

Mısır, parlamento seçimlerini de, ardından Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de en kısa süre içinde yapabilecek güce, birikime, imkana sahip bir ülkedir.

Mısır’da demokratik parlamenter sistemin daha fazla gecikmeden yerleşmesini, kurumsallaşmasını, en az Mısırlı kardeşlerimiz kadar bizler de istiyoruz.

Biz Mısır’dan artık olumsuz haberler almak, olumsuz haberler duymak istemiyoruz.

Günümüzde dünyadan izole bir şekilde yönetilerek, kendini dünyaya kapatarak, vesayet rejimlerini muhafaza ederek saygın ve güçlü bir konum elde etmek mümkün değildir.

Bu bakımdan bizler bölgemizde çok güçlü bir şekilde, barışı, istikrarı, dayanışmayı ve demokrasiyi savunuyoruz.

Bölgemizdeki sorunların çözümü halinde, sadece Türkiye’nin değil, bölgedeki tüm ülkelerin kazanacağını, çok güçlü şekilde ifade ediyoruz.

Türkiye olarak yaşadığımız tecrübeden, sahip olduğumuz birikimden, elde ettiğimiz kazanımlardan Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin de istifade etmesini istiyoruz.

Zira bu bölge, bizim için dünyanın herhangi bir bölgesinden daha değerlidir…

Biz, Bağdat derken, Kudüs derken, Gazze derken, Bingazi, Trablus, Sirte derken, birileri gibi petrol kuyularını görmüyor, tam tersine orada akan kanı, orada dökülen gözyaşını görüyoruz. Sesimizi yükseltmemizin yegane nedeni budur.

Bizim, Suriye’deki olaylar karşısındaki tavrımızın belirleyici unsuru da, altını çizerek söylüyorum, sadece ve sadece insani kaygıdır.

 

Yüzyıllar boyunca beraber yaşamış, birbirini kardeş bilmiş bu tür halkların, zulüm ve baskı altında inlemesine asla göz yummayız!

Dünyayı doğru okuyamayanlar, bölgemizdeki gelişmeleri hakkıyla değerlendiremeyenler, kendi küçük dünyalarında hapsolmuş kişilerdir.

Bu çevreler, vaktiyle haksız bir şekilde “Türkiye eksen kayması yaşıyor” diye eleştiriyorlardı. Hükümetimize bu yakıştırmaları yaptılar.

Oysa bu çevreler Türkiye’nin 50 yıllık Avrupa Birliği tarihimizdeki en büyük adımı atanın, tam üyelik müzakerelerini başlatanın bizim iktidarımız olduğunu görmüyorlar, göremiyorlar…

Ortadoğu’ya, Asya’ya sırtını dönmüş, Afrika’nın, Latin Amerika’nın haritada olduğunu bile unutmuş bir Türkiye’yi, bütün dünyayla ticaret yapar hale getirenin, bütün dünyayla dostça ilişkiler kuranın da bizim iktidarımız olduğunu görmüyorlar…

Türkiye’yi 26’ncı sıradan alıp dünyanın en büyük 17’inci ekonomisi haline getirenin de yine bizim hükümetimiz olduğunu kabul etmek istemiyorlar.

Bu çevreler Türkiye’nin eksen kayması yaşamadığını, tam aksine istikrarlı, tutarlı bir biçimde eksenini genişlettiğini, komplekslerinden arındığını, dünyaya açıldığını, komşu ülkelerle, bölge ülkeleriyle ve dünyanın geri kalanıyla dostça ilişkiler geliştirdiğini kabul etmek istemiyorlar.

Bugün de bölgemizdeki gelişmeleri doğru okuyamıyorlar.

Evet… 9 yıllık süreçte biz Suriye ile çok iyi ilişkiler tesis ettik.

Bizzat devlet ve hükümet başkanları, bakanlar düzeyinde çok önemli projelerin altına imza attık, vizesiz seyahat anlaşması imzaladık.

İki ülkenin, iki halkın refahı için ortak yatırımlar gerçekleştirdik.

Ancak, 9 yıl boyunca, Suriye yönetimine, reformlar konusunda, demokrasi konusunda, insan hakları konusunda her türlü eleştirimizi, her türlü önerimizi iletmekten de kaçınmadık.

Ne yazık ki, Suriye yönetimi, reformları yapmakta, verdiği sözleri tutmakta isteksiz ve samimiyetsiz davrandı.

Bunun da ötesinde, Suriye’den yükselen muhalefet, insanlık dışı yöntemlerle, kan akıtılarak bastırılmak istendi.

Suriye, ne Türkiye’ye, ne Arap Ligi’ne, ne de dünyaya verdiği sözleri tutmamış; söz vermiş ama gereğini yerine getirmemiştir.

Biz, bölgesel barış ve istikrar adına, Suriye’nin bir an önce iç barışa kavuşmasını arzu ediyoruz.

Bütün çabalarımız, bütün çağrılarımız, Suriye’nin ve Suriye halkının huzuru ve refahı içindir.

Suriye ne kadar huzurlu olursa, Türkiye de o kadar huzurlu olur.

Keza, Suriye’de yaşanan durum, Suriye’de meydana gelen dram sadece, birilerinin söylediği gibi, Suriye’nin iç meselesi olarak okunamaz, okunmamalıdır.

Bunun da ötesinde bizim Suriye’yle köklü bağlarımız var; dini, kültürel, tarihi bağlarımızın yanında, ciddi oranda bir akrabalık bağlarımız var.

20 milyon nüfusa sahip Suriye’den her yıl 1 milyon insan Türkiye’ye girip çıkıyor.

Yani, Suriye nüfusunun yirmide biri… Aynı şekilde, Türkiye’den her yıl 1,5 milyon insan da Suriye’ye gidip geliyor.

Böylesine içli dışlı olduğumuz, böylesine organik bağlarımızın, sosyal bağlarımızın olduğu bir ülkede meydana gelecek her türlü gelişmeyi, elbette sessiz ve tepkisiz kalarak seyredemeyiz.

Sevgili vatandaşlarım…

Bilindiği üzere, geçtiğimiz ayın sonunda, 23 Ekim gününde merkez üssü Van’ın Tabanlı Köyü olan 7.2 şiddetinde bir deprem meydana geldi.

Bu büyük felaket, Van ve Erciş başta olmak üzere yüreklerimizi yakan can kayıplarına, mal kayıplarına yol açtı.

 

Tam da bu depremin yaralarını sarmak için yoğun bir çaba harcarken, Van’da, 9 Kasım’da bu kez 5,6 büyüklüğünde yeni bir deprem daha meydana geldi.

Bu ikinci deprem, maalesef, bölgedeki yaşam şartlarını, yardım çalışmalarını önemli ölçüde olumsuz etkiledi.

İnsanlar, sağlam dahi olsa evlerine girmekten çekindiler ve neredeyse şehrin tamamı için, 1 milyonu aşkın nüfus için barınma ihtiyacı hasıl oldu.

Şiddetli soğuklar ve kar, böyle afet durumlarında ilk adres olan çadırları yetersiz hale getirdi.

Bütün olumsuz şartlara rağmen, hükümet olarak, Cumhuriyet tarihimizin en hızlı müdahalesini, en hızlı yardım seferberliğini gerçekleştirdik…

Yardım kuruluşlarımızla, sivil toplum örgütlerimizle, arama kurtarma ekiplerimizle, iş makinelerimizle, devletimizin, milletimizin bütün imkanlarını Van için seferber ettik.

Tüm vatandaşlarımız, Van’daki tüm kardeşlerimiz bilsin ki, hükümet olarak, millet olarak, Van’ın yaralarını sarmak, Van’ı normale döndürmek için gerçekten samimi bir gayret içindeyiz.

Yardım hesaplarında toplanan, yurtiçi ve yurtdışından gelen yardımların miktarı 227 milyon Lira’ya ulaştı.

Acil yardım ödenekleri dahil olmak üzere, Van’a gönderdiğimiz yardımın nakit karşılığı şu an itibariyle 341 milyon Lira olarak gerçekleşti.

Mevsim koşulları nedeniyle her şeyden daha önemli hale gelen barınma ve ısınma ihtiyacını karşılamak üzere, bölgeye şu ana kadar, yaklaşık 73 bin çadır, 335 bin battaniye gönderdik.

Bunun yanında 12 bin 200 kişiyi kamu kurumlarına ait tesislere taşıyarak geçici barınma imkanı sağladık.

Elbette eksiklerimiz vardır, olacaktır da… Dünyanın en büyük ekonomileri, en gelişmiş ülkeleri dahi böylesi büyük felaketler karşısında maalesef aciz kalabiliyor… Amerika’daki kasırga felaketlerinde, İtalya’daki sel felaketinde, Avrupa’daki volkanik patlamalarda en gelişmiş ülkelerin mevcut imkanlarının dahi yetersiz kaldığını müşahede ettik.

Bizler, şu anda bütün gayretimizle, bütün samimiyetimizle Van’daki yaraları sarmak için çaba harcıyoruz.

Türkiye’nin, vatandaşlarımızın, Vanlı kardeşlerimizin gönlü ferah olsun diyorum.

Biz, hiçbir vatandaşımızı, hiçbir kardeşimizi asla kaderlerine terk etmeyiz, etmeyeceğiz…

Ekonomik, ticari, sosyal anlamda, konut, eğitim, sağlık, enerji, sanayi noktasında, Van için ne gerekiyorsa onu yapıyoruz ve yapacağız.

Tabi her şeyi bir anda yapmamız mümkün olmayabilir, şartların çok zor olduğunu biliyorum, ancak bu zorlu süreçte ben Vanlı kardeşlerimden sağduyulu olmalarını, sabırlı olmalarını özellikle istirham ediyorum.

Sevgili kardeşlerim,

Bu ay içerisinde, kamuoyunda çok uzun süreden beri, hatta uzun yıllardan beri beklenen bir düzenlemeyi, Bedelli Askerlikle ilgili bir düzenlemeyi yaptık.

Bunun yanında dövizli askerlikle ilgili düzenlemede de değişiklikler yaptık.

Buna göre, dövizli askerlik yapacaklar için hiçbir yaş sınırı gözetilmeksizin, 10 bin Avro bedelle askerlik görevini yapma imkanı getiriyoruz ve 21 gün almaları gereken temel askerlik eğitiminden de muaf tutuyoruz.

Henüz fiili askerlik hizmetine başlamamış ve 30 yaşından gün almış vatandaşlarımız içinse, 30 bin Türk Lirası bedelle, yine 21 gün temel eğitimden muaf tutularak bedelli askerlik uygulaması getiriyoruz.

Bilindiği gibi Bedelli Askerlik daha önce üç kez olmak üzere, 1987, 1992 ve 1999 yıllarında çıkarılan kanunlarla yürürlüğe konmuştu.

 

Esasen, bu ay içinde yaptığımız düzenleme, uzun zamandır bizim hükümetimizin gündemindeydi.

Ancak, bu uygulamayı hayata geçirebilmek için ülkemizin içinde bulunduğu durumla, kamuoyundaki beklentilerin, taleplerin örtüştüğü bir dönemi bekliyorduk.

İlgili kurumlarla yaptığımız istişareler neticesinde, mevcut asker sayımızı ve asker potansiyelimizi de dikkate alarak, bedelli askerlik için gerekli şartların oluştuğuna kani olduk.

Keza, bedelli askerlik bugün için hükümetimizin temennisi olmaktan ziyade, Türkiye’nin mevcut şartları gözetildiğinde bir mecburiyet haline gelmiştir.

Bakaya sayısındaki artış, yaptırdığımız anketler, kamuoyu yoklamaları, ilgili kurumlarla yaptığımız istişareler, bedelli askerlik uygulamasının artık kaçınılmaz olduğuna işaret etmektedir.

Nitekim, Meclis’te bu konuda büyük oranda bir uzlaşma oluşmuş, muhalefet partileri de bu konuda teklifler hazırlamış ve sunmuşlardır.

Şunu temin etmek isterim; getirdiğimiz yaş sınırlaması dolayısıyla Bedelli Askerlik uygulaması, kat’i surette Türkiye’nin terörle mücadelesinde zafiyete yol açmayacaktır; askerlik ve güvenlik hizmetlerinin aksamasına neden olmayacaktır.

Bedelli Askerlikle ilgili hazırladığımız kanun tasarısına koyduğumuz bir madde ile, Bedelli Askerlik uygulamasından elde edilecek geliri, şehit yakınlarına, gazilere, özürlülere, muhtaç erbaş ve er aileleri ile; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Jandarma Genel Komutanlığı’na, Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ve emniyet hizmetleri sınıfına mensup vazife malullerine yönelik, sosyal hizmet ve faaliyetlerinin finansmanına aktarıyoruz.

Ben, Bedelli Askerlik uygulamasının, ülkemize, milletimize, gençlerimize, onların ailelerine hayırlı olmasını diliyorum.

Sevgili vatandaşlarım…

Kamuoyunda KCK operasyonları olarak bilinen tutuklama ve sorgulamalarda da bu hassasiyet gözetilmektedir.

Burada şunu herkese hatırlatmak zorundayım… KCK operasyonları, hükümetin emir ve talimatıyla, kararıyla yapılan değil, istihbarat örgütlerimizin ve emniyet birimlerimizin araştırmaları neticesinde, yargının karar verdiği ve yürüttüğü operasyonlardır.

Hükümet olarak biz sadece kolluk kuvvetlerimizle sürecin içindeyiz.

KCK operasyonlarından dolayı hükümetin hedef alınması, hükümete yönelik kampanya başlatılması son derece haksız ve yersizdir.

Ayrıca, KCK örgütlenmesini, masum bir sivil örgütlenme olarak gösterenler de büyük bir yanılgının içinde olduklarını artık görüyorlar.

KCK örgütlenmesi, Kandil’den, İmralı’dan yönetilen, oralardan talimat alan, terörle işbirliği artık netleşmiş olan, devlete paralel bir örgütlenme girişimidir.

Son günlerde ortaya çıkan belge ve fotoğraflar, KCK ile terör örgütü, KCK mensupları ile terör arasında nasıl doğrudan bir ilişki olduğunu da tartışmaya mahal bırakmayacak derecede ortaya koymuştur.

Tutuklanan hiçbir belediye başkanı, belediye hizmetlerine, ya da siyasi faaliyetlerine bakılarak tutuklanmamıştır.

Her biri, belgesiyle, deliliyle, terörle olan ilişkisine, hukukun dışına çıkan faaliyetlerine bakılarak gözaltına alınmış ya da tutuklanmıştır.

Eğer bu gözaltılar ve tutuklular içinde, masumlar varsa, onlar zaten yargı tarafından ayrılacak ve elbette serbest bırakılacaklardır.

Ama tüm bir operasyonu, tüm örgütlenmeyi masum göstermek, bu operasyonlar üzerinden, hükümeti, demokratikleşmeyi tartışma konusu yapmak, hükümete de, yargıya da yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Terörle mücadele sürecinde, masum insanlarla teröristi bu kadar hassasiyetle birbirinden ayıran bir süreç yaşanmamıştır.

Biz, bir yandan ifade özgürlüğünü genişletirken, yasakları kaldırırken, eskinin hatalarını telafi için uğraşırken, diğer yandan bu özgürlüklere kasteden yaklaşımları kabul etmeyiz, müsamaha göstermeyiz.

Özellikle, terör örgütü ve onunla ilişkili yapılanmaların, devlete paralel örgütlenme içinde, bölge insanına zulmetmesine, bölge insanından haraç toplamasına, baskı kurmasına, adeta faşizm uygulamasına asla ve asla göz yummayız.

KCK operasyonlarını, siyasetçilerin tutuklanması, ifade özgürlüğünün sınırlandırması olarak değerlendirenler, lütfen ortaya çıkan delillere, belgelere, fotoğraflara, ortaya çıkan gerçeklere bir kez daha baksınlar.

Avukat kisvesi altında teröre lojistik destek sağlayanları lütfen görsünler.

Cinayetlerin, provokasyonların, faşizm özleminin bu örgütlerin asıl hedefi olduğunu lütfen idrak etsinler.

KCK ve benzeri yapılanmalar, demokrasinin önündeki en büyük tehditlerdir.

Demokrasi geliştikçe, bu demokrasi düşmanları da işlevsiz kalacaktır.

İşte onun için, demokrasiden taviz vermeden, ifade özgürlüğünden, temel hak ve özgürlüklerden taviz vermeden bu süreci nihayete erdireceğiz.

Sevgili vatandaşlarım…

Kasım ayı içinde üç değerli sanatçımızı yitirmenin burukluğunu, hüznünü yaşıyoruz.

Önce ses sanatçısı Esin Afşar’ın, sonra Türk sinemasının büyük yönetmenlerinden biri olan Ömer Lütfi Akad’ın ve hemen ardından bir başka ses sanatçısı Şükran Ay’ın vefat ettiği haberini aldık.

Ben bu üç sanatçımıza da Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Bu duygularla sizleri bir kez daha muhabbetle selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.

HABERE YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler