Hükumet ve Cemaat’in arası neden açıldı?
Sosyal medyada bu yazı konuşuluyor.Hükumet ve Cemaat in arası neden açıldı bunu yazmaya çalışacağım. Ancak bütün maddeler nedenlerden ibaret olmayacak. Bazı maddeler bilgi de içeriyor olacak. Bu yüzden sabırla okuyun. Bu yazının kaybedeni çok, önceden söy
Sosyal medyada bu yazı konuşuluyor.
Hükumet ve Cemaat in arası neden açıldı bunu yazmaya çalışacağım. Ancak bütün maddeler nedenlerden ibaret olmayacak. Bazı maddeler bilgi de içeriyor olacak. Bu yüzden sabırla okuyun. Bu yazının kaybedeni çok, önceden söylemiş olayım.
Not: Bu makalede yazılacak olan Amerika ve İsrail devletlerinden kasıt aslında bütün planların arkasındaki tek ülke olan İngilteredir.
1-) Fethullah Gülen Amerika’ya yerleşmese idi dünyanın dört bir yanında okullar açılmayacaktı. Amerika buna müsaade etmezdi. Orta doğu’da Türkiye gibi bir müttefiki elde tutmanın yolu sadece Hükumet ile iyi ilişkiler kurmak anlamına gelmez, halkın sevdiği kanaat lideri olarak tanıdığı şahısları da kontrol etmekten geçiyordu. Amerika Türkiye’de bir kaç kanaat liderini kontrol altına alabildi. Daha fazla kanaat liderine nüfuz edemeyince kendisi kanaat liderleri ortaya çıkarmaya çalıştı (İskender Evrenosoğlu, A.O v.b) Kendi yarattıkları kanaat önderleri tek tek ellerinde patlayınca (kimi sapık çıktı, kimi kedi meraklısı) ellerinde kala kala Fethullah Gülen kalacağını anladılar bu yüzden Fethullah Gülen’i her anlamda desteklediler. Fark ettiyseniz Rusya (Putin ve Medvedev) ülkesinden önce sermaye baronlarını kovdu, sonra da Gülen okulları gibi tehlike arz edebilecek yapılanmalara yasak getirdi. Mesela Rusya’da Gülen Gurubu’nun okulları tek tek kapatılırken Süleymancı Cemaati’nin yurtlarına hiç dokunulmadı. Bununla ilgili Rusya’dan Türkiye’ye özel bir ekibin gelip buradaki Suleymancı Cemaati’ne ait yurtları tek tek gezdiğini ve bu cemaatin tamamen ıslah çalışması yaptığına kanaat getirip bunu rapor olarak Putin’e sunduğunu biliyor muydunuz? Aynı çalışmayı Gülen Okullarında da yaptılar ancak bu okullarda devletlere nufuz edebilmek adına insanlar yetiştirildiğini anladıkları zaman bütün okulları tek tek kapattılar. Diğer ülkeler de aynı şeyi yapacaklardı ancak Amerika buna müsade etmedi ve Gülen okullarının dünya çapında yayılmasına müsaade etti. Tek şartla ; O da Gülen’in Amerika’da kendi kontrolleri altında kalmasıydı.
2-) Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu Hükumet dahil hiç bir Hükumet İngiltere’den onay almadan kurulmamıştır. İngiliz kraliyet ailesi Erdoğan’ında hükümeti kurabilmesi adına Amerika ve İsrail’e gerekli yetkileri vermiş ve Erdoğan’ı desteklemelerini emretmiştir. Bu durumda açıklanabilecek bir kaç sebep vardır. Birincisi ileride yapacaklarını düşündükleri Arap baharları için Orta doğuda gösterebilecekleri örnek pilot devlet (Arap baharları olmadan önce Hükumet kurulmuştu). İkincisi İsrail’in güvenliğini sağlayabilecek bir devlet. Üçüncüsü madden çökmüş olan Orta doğu’ya yeni bir nefes katacak devlet. Bunları sol partili biri başaramazdı. Çünkü sadece çalmakla yetinirdi, öyle de oldu. Milliyetçi yapamazdı, işi gücü halkı birbirine kışkırtmak olurdu, oysa Orta doğu İslam adı altında birliğe muhtaçtı, bunu Anap yapamazdı çünkü güçlü bir liderleri yoktu. Bunu yapabilecek tek kahraman Recep Tayyip Erdoğan’dı. İstanbul’u yeniden inşa eden adam olarak biliniyordu. Ve Erbakan gibi mükemmel bir şahsiyeti halkın ihmal edebilmesi için karşısına defolu da olsa mükemmel bir başka adam çıkarmak gerekirdi. Erdoğan da bunun için Amerika’ya gitti.
3-) Erdoğan Amerika’da bazı görüşmeler ve anlaşmalar yaptı. Bunu kimse inkar edemez. Ama buna kimse devleti sattı da diyemez. Erdoğan akıllı adamdı. Bu ülkeyi o istese de istemese de Amerika’nın istediği birileri yönetecekti. En azından kendi kontrolünde bu yönetimin olması, bazı hürriyet ve özgürlükleri Türkiye’ye getirebilmesi, toplumun daha ferah yaşaması demekti. Bu yüzden Amerika’nın teklifini geri çevirmedi. Amerika kendi yaptığı planlar dahilinde Erdoğan’ı kullanacaktı. Böylece hem kanaat önderi Fethullah Gülen hem de Siyasi Lider Erdoğan avuçlarının arasında olacaktı. Ama onlar plan yaparken Erdoğan boş durmamıştı. Erdoğan onların kendisini kullandıklarını zannetmesini istemişti. Amerika Erdoğanı, Erdoğan’da Amerika’yı kullanacaktı. Bir yere kadar. Amerika Erdoğan’ın foyasını anlayana kadar Erdoğan istediği gücü elde etmiş olacak ve Amerika’ya kafa tutabilecekti. Erdoğan Rusya’yı aydınlığa kavuşturan Putin’i örnek alıyor, Erbakan’ın ona öğrettiği tarih derslerini tekrarlıyor, Davutoğlu gibi dış siyaset dehalarını yanı başından ayırmıyor, 28 şubattan aldığı Medya dersi ile bir yandan TV, Gazete ve Radyo kanallarında nüfuz oluşturmaya çalışıyor, Türkiye’de sözü geçen siyaset, din ve bilim adamlarını tek tek arkasına alıyor, Ordu’da yeni düzenlemeler yapıyor, üst üste yasalar çıkarıyor, polisi güçlendiriyor, yargıyı arkasına alıyor, her çevreden tekmil koca bir ordu hazırlıyordu. Erdoğan bütün bunları yaparken birine çok güvenmiş ve bütün bu guruplar içinde kadrolaşmasına müsaade etmişti. O kişi Fethullah Gülen’di.
4-) Türkiye’nin ekonomik durumu her geçen gün daha iyiye giderken, sıfırlar paralardan atılıyor, yeni köprüler, yeni şehirler, yeni metrolar, yeni kanallar, yeni istihdamları beraberinde getiriyor, 140 lira olan asgari ücret 1000 TL oluyor, daha önce İstanbul’un Anadolu yakasında sadece Carreffour AVM varken, her ilçede 3′er 5′er AVM açılıyor ve her biri tavan cirolar yapıyor, altyapı iyileştirmeleri sonuca gidiyor, yollar dubleleşiyordu. Bütün bunlar olurken devletin kasası da doluyor, devlet faiz ödemeyi bırakıp borç vermeye kalkıyor, İran ile ticaret yapmak için uluslararası para akışını sağlayan SWIFT kodu kullanmıyor ve muazzam bir para akışı sağlanıyor, bu paranın miktarını ne ABD ne başka devletler öğrenemiyor, hepsi çıldırıyordu. Artık kasada yeterince para biriktiğine inanan ve bu parayı birilerinin yemesi gerektiğini düşünen bir Amerika vardı artık. Bu parayı yiyecek olan baronlar da hazırolda bekliyordu. Recep Tayyip Erdoğan Davos’ta İsrail devlet başkanını yerin dibine sokuyor, bütün ülkeler ağzı açık izliyor, Mavi Marmara’da sadece Türkler şehit verirken Türkiye bir anda İslam aleminin bilinçaltında küflenmiş olan Ümmet bilincinin merkezi oluyordu. Artık Amerika için hareket vaktiydi, daha fazla bekleyemezdi. Daha fazla güçlenmemeliydi Türkiye. Çünkü Başbakan yerli otomobilden bahsediyor, Uzaya uydular fırlatılıyor, kendi uçağımızı ve helikopterimizi üretmekten bahsediyor, Altay Tankı İsrail’in ve Almanya’nın üzerinde yıllarca çalıştığı tanklara taş çıkartıyor, silah ihracatımız silah ithalatına yaklaşacak kadar artıyor, Türkiye önü kesilemez bir dönemece giriyordu. Artık buna dur demeliydi. Tek eksik, yargı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçileri karşısında cılız kalan medya gücüydü. Ne yapmalıydı?
5-) Türkiye’deki bütün sermaye baronlarını, bütün medya gücünü, bütün hukukçuları, bütün üniversiteleri, bütün yargı birimlerini, bütün kanaat önderlerini, bütün muhalif partileri, bütün vakıfları, bütün dernekleri, LGBT gibi kenarda köşede lazım olur diye kurdukları bütün örgütleri tek yumruk haline getirip, Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmenin zamanı gelmişti. Bunun için bahane hazırdı. Gezi Parkında ağaç eylemi yapılacak, önceden ayarlanmış polisler aşırı güç kullanacaklar, toplum tepki gösteriyormuş gibi oraya toplanacak ve bir yıkıma start vereceklerdi. Ama hesaba katmadıkları bir şey oldu. İstihbarat teşkilatı mevcut emniyetten bağımsız bir şekilde çalışarak Gezi Parkı olaylarını tek tek deşifre etti, Hükumet’in destekçisi bazı medya organları ve yazarlar dakika dakika olanları yazdı ve en önemlisi milyonlarca insan Recep Tayyip Erdoğan’a DİK DUR EĞİLME BU MİLLET SENİNLE mesajı verdi. Bu mesajı ne CNN’in 24 saatlik gezi parkı canlı yayını, ne Financial Times’ın kötü ekonomi yalanları, ne BBC’nin ajan muhabirleri, ne de Almanya’dan gelen Otpor Örgütü uzmanları alt edemedi. Çünkü mesaj millettendi ve millet bütün güçlerin üstünde bir güçtü. Milletin gücü olmadan hükümeti devirmek ise kumda tuğla ile arabacılık oynamaya benzerdi.
6-) Hükumet’i Gezi’de devirip yerine hem sağdan hem de soldan bir karışım yaparak ekip yerleştirmek isteyen Amerika bunu beceremeyince gizli silahını ortaya çıkarmaya karar verdi. Artık risk alma vakti gelmişti. Gezi’de oluşturdukları muazzam gücün Recep Tayyip Erdoğan’a işlememesi Amerika, İngiltere gibi dış güçleri daha fazla korkuttu. Kolunu kırdıklarını düşündükleri Türkiye’nin kafasını koparma vakti gelmişti. Bunu meydan savaşında beceremedikleri aşikardı. En iyisi brütüsçülük oynamaktı. En iyisi Recep Tayyip Erdoğan’ın beklemediği biri ile beklenmedik bir hamle üzerinden saldırmaktı. Harcayacakları kişi belliydi. Aslında elde kalan son kişiydi o. Bunu yaparak hem Fethullah Gülen’in gücünü zayıflatacaklardı hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın. Yani dış güçler bir taşla iki kuş vuracaklardı.
7-) Gezi olayları sonrası hemen kirli oyunlar oynanmaya başlandı. Hükumetin bakanları ve çocukları hedefe alındı. Takipler yapıldı. Görüşmeler kaydedildi. En önemlisi Devlet’in en büyük bankası olmaya aday Halkbankası da bu operasyonla beraber dibe çökecek, İran ile yapılan ticaret engellenecekti. Hakan Fidan’ın kellesini isteyen İsrail yerine piyon olarak cemaatin adamını koyacak, Türkiye’nin bütün istihbaratını eskiden olduğu gibi elinde tutacaktı. Operasyon Başbakan Erdoğan’a kadar uzanacak, Başbakan Erdoğan’ı istifa ettirir ettirmez içeri alacaklardı. Hedef büyüktü, gözler karaydı. Bütün emirler verilmiş. 17 Aralık gecesini ikinci bir lozan yapacaklardı. Cemaat yargı organlarında meşhur iki savcısını kullanacak, medya ayağında ise sahibi oldukları organlar haricinde eski operasyonlarda ismi bavullarla geçen iki tetikçisini kullanacaktı. Onlar da hazırdı. Onlar Askeri vesayeti ortadan kaldırmışlardı. Onlar yargı vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onlar eğitim vesayetini ortadan kaldırmışlardı. Onların önünde kimse duramamıştı. Başbakan da duramazdı. Hükümeti de devireceklerinden emin bir şekilde çıkmışlardı yola. Halbuki onlar bütün bu vesayetleri ortadan kaldırırken yanlarında Başbakan ve dolayısı ile millette vardı. Başbakanı ortadan kaldırırken bunu hesap edememişlerdi. Millet karşılarında dikilecek, boylarının ölçülerini alacaklardı. Bir savaşı kumandanın değil, ordunun kazandığını unutmuşlardı. Önceki savaşları kendilerinin kazandıklarını zannediyorlar ve bu sarhoşlukla operasyona başlıyorlardı.
8-) 17 Aralık’ta operasyon başladı, bakan çocukları, vekil çocukları, iş adamları tek tek baskınlarla içeri alındı, sorgulandı. Sorgu başladığı ilk gün medyanın iki tetikçisi bir bir dökülmeye başladı, 7-8 ay önceki mesajları ortaya çıktı, operasyondan bu şahısları haberdar eden savcılar nasıl oluyor da üslerini veya yargı kurumlarını bilgilendirmiyordu, operasyonu bu şahıslara sızdıran emniyet müdürleri nasıl oluyor da operasyondan üslerini haberdar etmiyordu. Ortada bir kapan vardı ve bu kapanın üzeri Ananas bitkisi ile kamufle edilmişti. Kimse farkında değildi. Herkes Fethullah Gülen 4 metre kare bir odada sabahtan akşama kadar ibadet ediyor ve sadece ağlıyor diye inanmışken ortaya akıl almaz ses kayıtları çıkıyor ve cümle alem yeryüzüne gelmiş geçmiş en büyük CEO, GENEL MÜDÜR’ü yani Fethullah Gülen’i tanımaya başlıyordu.
9-) Operasyon sekmişti, nokta atışı yapacağını zannedenler yanılmıştı, devlet kurumları ve özellikle istihbarat iyi çalışıyordu. Düşman 1 yıl içerisinde 2. tarihi yenilgisini almaya hazırlanıyordu. Onlar için bu iki yenilgi bizim için ise bu iki zafer o kadar önemliydi ki Rusya Devlet Başkanı Putin “Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini alkışlıyorum” diyordu. Bosna Hersek’ten, Malezya’dan, Filistin’den, Mısır’dan, Endonezya’dan, Pakistan’dan Müslümanlar gösteriler yapıp son kalenin ayakta kalmasını istiyorlardı. Evet Türkiye son kaleydi. Sermaye baronlarının at koşturmak için sabırsızlandığı, bankaları tekrar boşaltmak için can attığı, devlet kurumlarını iç etmek için ağızlarının sulandığı, ezanı susturmak, insanları yozlaştırmak, şeytana hizmet etmek için ter döktükleri son ülke burasıydı.
10 –) Üçüncü Dünya Savaşı çıkmıştı. Kimsenin haberi yoktu. Bangladeş’te Müslümanlar sokakta öldürülüyor. Myanmar’da Budistler camii ve Müslüman mahalleleri basıp masumları diri diri yakıyor, Filistin’de duvarlar örülüp Müslümanlar açlığa terk ediliyor, Mısır’da darbe yapılıp sokak ortasında katliamlar yapılıyor, Irak’ta Şii ve Sünni bahanesi ile her gün onlarca bomba patlıyor, Suriye’de Esad rejimi Müslümanlara kan ağlatıyor, Doğu Türkistan’da Çin Halk Cumhuriyeti Müslümanları kısırlaştırıyor, Somali’de, Etiyopya’da çölün ortasında bile El Kaide denen ve ismini bile Amerikalılardan duyduğumuz bir örgüt hortluyor, Müslümanlar dünyanın her yerinde zulüm ve işkence altında eriyordu. Savaş olmayan, kazandığımız bir tek yer vardı. Müslümanları tekrar bir araya getirecek, İslamı tekrar diriltecek, yeniden bir dirilişe şahitlik edecek o topraklar Türkiye’ydi. Şeytanın ve uşaklarının tek amacı burada da fitne ateşini yakıp İslamı somut olarak tamamen ortadan kaldırmak, ortada güçlü bir İslam devleti bırakmamaktı. Evet Müslümanlar bunun farkında değildi ama 3. dünya savaşı çoktan başlamıştı.
11-) Türkiyeyi de savaşın ortasına atmak isteyen, pasifize etmek isteyen dış güçler ellerinde son kozu olan cemaati kullanmaktan çekinmediler. Milletvekilleri istifa ettirdiler, bürokratları yasa dışı hareketlere teşvik ettiler, bazılarını tehdit ve şantajla taraflarına çekmek istediler. Bu yüzden belki Başbakan Haşhaşi benzetmesi yaptı. Belki bu yüzden bu benzetme cemaatin bu kadar zoruna gitti. Gitmeliydi. Çünkü doğruydu. Yanlış olsa gülüp geçeceklerdi. Öyle olmadı ve olmayacakta.
12-) Hedef yerel seçimler değil genel seçimler, bundan sonra 1 yıl boyunca Akparti’de istifalar devam edecek, bazı bölgelerde patlaklar olacak, farklı savcılar, farklı soruşturmalar olacak, farklı ses kayıtları, farklı görüntüler çıkacak ortaya. Hedef 1 sene içerisinde genel seçimler yapılana dek Hükumeti yıpratmak olacak. Bu yarışın kaybedeni hem Akparti olacak hem Cemaat. Kazanan ise şakşakçılar. Yani eline cips ve kola alıp evlerinde mücadeleyi TV’den keyifle izleyenler. Bizim Gezi’de yapamadığımızı 1 gecede cemaat yaptı diyen zihniyet olacak kazanan.
13-) Bilmem hatırlar mısınız? Bütün bunların farkındaymış gibi son genel seçimlerden sonra “Artık Gel Bitsin Bu Hasretlik” demişti Başbakan. Sizce bunların farkında değil miydi Başbakan? Fethullah Gülen Türkiye’de olsaydı ve CEO olmak yerine Hoca efendi olmayı tercih etseydi şu anda Türkiye’de durum çok farklı olurdu. Ama vazgeçemedi şirketlerinden. Amerika’da kalmayı tercih etti. Yani baronlarla el ele olmayı tercih etti. İsrail’i tercih etti. Mavi Marmara’ya ikinci defa küfür etmeyi, Başbakan’ın başrolde oynadığı Roma oyununda Brütüs olmayı tercih etti.
Bundan sonra ne mi olacak?
Her şey size bağlı. Ya Akparti de Cemaatte gücünü yavaş yavaş kaybedebilir. Erdoğan bir sonraki seçimlerde partinin başında durur ve davaya sahip çıkarsa Türkiye kaburgasından dışarı çıkabilir. Yani hayal ettiğimiz gibi bağımsız bir ülke olabiliriz ( Şu an bağımsız olduğumuzu düşünmüyorsunuz değil mi? ) Ancak Başbakan artık ben yokum derse bu ülkeyi taşıyacak başka kahramanların olmadığını belirtmek isterim. Maalesef savaş ince bir sanattır. Tecrübe, Bilek ve Yürek gerektirir. Biri eksik olursa, eninde sonunda kaybedersiniz.
Beddua ile yazıyı tamamlamanın bir anlamı yok. Bu ülkenin bir ferdi olarak dış güçlerin oyunlarını bozacak tek güç yine Millettir. Yani sağlam irade’dir. Lütfen İrademize sahip çıkalım. Tabi önce İradeli olmak kaydı ile. Hükumet ve Cemaat kavgası diye başlık attık ama aslında başından beri demek istediğimiz tek şey bu kavganın Hükumet ve Cemaat arasında olmadığı. Bu kavga Türkiye ile dünyanın kavgası. Bu kavga Hak ile Batılın kavgası…