Mevlana'yı anlamak

Yine gel, yine gel…… Her kim olursan ol, yine gel…. İster kafir ol, isten mecusi, ister putperest, İster yüz kere bozmuş ol tövbeni, Umutsuzluk kapısı değil bu kapı, Nasılsan öyle gel, O, herkesi seviyor, herkesi kabul ediyordu.

Mevlana'yı anlamak

Yine gel, yine gel……
Her kim olursan ol, yine gel….
İster kafir ol, isten mecusi, ister putperest,
İster yüz kere bozmuş ol tövbeni,
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı,
Nasılsan öyle gel,

O, herkesi seviyor, herkesi kabul ediyordu. Onca insan, büyük bir çoğunluğu oluşturmalarına rağmen, tek beden ve tek ruhtu.….O, bütün insanlığa sesleniyor, tüm dünyayı çağırıyor, nurlu ,mekanında ziyaretçilerine gerçek yolu, gerçek aşkı gösteriyordu.
Bu ilahi çağrıyla bu yıl da Aralık ayında Konya gönüller şehri, aşıklar kapısı oldu. O'nun bu çağrısı yüzyıllardır gönüllerde yankılamıştır. Mevlana'nın devrinde başlayan Mevlana'dan sonra da devam eden bu çağrı gönülleri fethetmiş, onun mübarek türbesi, sevenlerinin sığınağı, olmuştur. Bu çağrının ışığında Hz. Mevlana'mızın 735. Vuslat yılı her yıl olduğu gibi bu yılda büyük bir coşku içinde anılıyor, çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. O'nun yüz yıllardır dünya'ya ışık tutan, insanları aydınlatan görüşleri gündeme geliyor.
17 Aralık akşamına kadar ülkemizin ve Dünya'nın dört bir yanından gelen katılımcılarla Konya renkleniyor, sema gösterileri ve Şeb-i Aruz törenleri yapılıyor. Tüm Dünya'nın tanıdığı Hz. Mevlana hayatı boyunca insanlara barışı ve kardeşliği öğütlemiş, mutasavvıf bir insandır. O, insanlarının düşünce ve duygularını etkileyebilen, bakış açılarını değiştirebilen büyük bir hazinedir. Yaşantısını “HAMDIM, PİŞTİM YANDIM” gibi üç kelime ile özetleyebilen bu büyük insan, en büyük kültürel miraslarımızdandır.

HAYATI: 
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında, bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan'ın Belh şehrinde doğmuştur. Babası Behl şehrinin ileri gelenlerindendir. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; Babası, Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış, “Hatibi-Hatipgiller” denen bir soydan, Muhammed Bahâeddin Veled'dir.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrılıp
Karaman'a geldi. Burada ailesi ile birlikte 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğulları oldu.
Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşan bir başşehirdi. Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve İplikçi Medresesi'ni ikametlerine tahsis etti.
Babası, Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu Sarayının Gül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defn olundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müritleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuştu. İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Sültan-ül ulema'nın ölümünden bir sonra, onun halifelerinden Tirmizli Seyyid Burhaneddin Muhakkık, şeyhinin Konya'da olduğunu öğrenince Konya'ya geldi, fakat şeyhinin öldüğünü öğrendi. Yerine, oğlu Celaleddin Muhammed'i buldu. Burhaneddin, Mevlana'yı manevi terbiyesi altına aldı, zamanın bilgilerini elde etmesi için teşvik etti. Mevlana onun tensibi ile Halep'e, Şam'a gitti. Halep'te Halaviyye Medresesi'nde kaldı ve meşhur Kemaleddin-ibn-al Amid'ten okudu, Şam'da Makdissiyye Medresesine devam etti ve bu iki şehirde bilginlerle, süfilerle görüşüp konuştu. Seyyid Burhaneddin Muhakkkak, Mevlana'ya dokuz yıl mürebbilik etti.


Tebrizli Şemseddin – Mevlana ;
Burhaneddin Muhakkak'ın mürebbilik döneminin yedi yılı Anadolu'nun ve Arabistan'ın içlerine yapılan yolculuklarla ve eğitimle geçti. Konya'ya dönmek istediklerinde; hocası ”karşılaşman gereken bir Şeyh daha var.”Geniş bilgisi ve derin bilgeliği olan bir adam. Senin son hocan olacak. Sonra hep beraber döneriz Konya'ya” dedi, Şam pazarına girdiklerinde bir dilenci ile karşılaştılar. Hocası bu kişinin Tebrizli Şems, Uçan Şems olduğunu söyledi. Mevlana bu dilenciden etkilenmişti. Bu olaydan sonra Burhaneddin “yolculuğumuz burada sona erdi” dedi. “Mevlana Şeyh'le görüşmemiz ne olacak diye” sorunca hocası “o buluşma biraz önce gerçekleşti” dedi. Mevlana, hocasından ayrılıp Konya'ya döndü.
Bir kaç yıl sonra Tebrizli Şemseddin Muhammed Konya'ya geldi ve Mevlana'yı buldu. Şems'ın gelişi Mevlana'nın hayatında çok büyük değişiklikler yarattı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü.
Şems, Melametilerin neşesine sahip bir erdi. Zamanının bütün bilgilerini bilen Şemseddin, Mevlana'dan başka hiçbir kimseye baş eğmemişti. Mevlana'ya göre Şems, din şeyhidir, alimler Rabbi'nin manalar denizi, can deryasıdır. Şemseddin Tebrîzî , onun ilimle dolu dünyasında “aşk” ile yepyeni ufuklar açmıştı, Bu iki ilâhî âşık, bir müddet yalnızca bir köşeye çekilerek kendilerini tamamen Hakk'a verdiler. Günlerce, gecelerce sohbetlere daldılar. Birbirlerinde kendilerini ve Yüce Allah'ın eşsiz güzelliklerinin tecellîlerini gördüler.
Mevlana, Şems geldikten sonra dersi vaazı bırakmıştı. Onun emri ile müziğe ve semaya koyulmuştu. Hayatı düşünceleri birdenbire değişmiş; tasavvuf bilgi ve duygularını ikmal eden Mevlana'nın hayatında, bu karşılaşma mühim rol oynamış, sakin geçen ömrü değişerek coşmaya başlamıştı. Derslerini bırakan Mevlana, büsbütün tasavvufa dalmış şemste mutlak cemalin zuhurunu, cemalinde Tanrı nurlarını görmüştü. Artık Mevlânâ bütün zamanını Şems ile sohbete ayırıyordu. Bu ilâhî aşkı idrâk etmekten âciz olanlar, Hz.Mevlânâ'nın Şems'e olan ilgisini kıskanarak, ileri geri konuşmaya başladılar. Bu sözleri duyan Şems üzüldü ve 1246 yılında Konya'yı terk edip Şam'a gitti Şems gidince Hz.Mevlânâ derin üzüntülere boğuldu. Şems'i tedirgin ederek uzaklaşmasına neden olanlar da Mevlânâ'nın bu hâli karşısında pişmân oldular. Hz.Mevlânâ bir mektup yazarak oğlu Sultan Veled'in de bulunduğu bir kâfileyi Şam'a gönderdi. Şems mektubu okudu ve Hz.Mevlânâ'nın dâvetini geri çevirmeyerek 1247 yılında Konya' ya döndü Şems'in dönmesine herkes sevindi. Hz.Mevlânâ artık gülüyordu. Şems'le sohbet günlere ve gecelere sığmıyordu. Fakat bu huzurlu günler uzun sürmedi. Dedikodular, çirkin sözler ve iftiralar yeniden başladı. 1247-1248 yılında Şems aniden kayboldu. Onu bir daha ne gören olmadı.
Hz.Mevlânâ, Şems'i çok aradı. Ayrılığın büyük acısıyla şiirler söyledi, gözyaşları döktü. İki kere Şam'a gittiyse de izine rastlayamadı. Şems'in bedenî varlığını bulamayan Hz.Mevlânâ, onu mânâ yönünden kendinde buldu ve aramaktan vazgeçti. Bir şiirinde şöyle der:

Beden bakımından ondan ayrıyım ama, bedensiz ve cansız ikimiz de bir nûruz.
Ey arayan kişi! İster onu gör, ister beni. Ben O'yum, O da ben.

Hz.Mevlânâ, Şems'ten sonra kendisine dost ve halîfe olarak Selâhaddin Zerkûbî'yi seçti. Bu zatla sohbetlerde bulundu. Artık rûhen mânevî bir âlemde yaşadığından mürîdlerinin irşâd ve terbiyesi ile ilgilenmedi. Bunun için en güvendiği ehil dostu Şeyh Selâhaddin'i görevlendirdi.
On yıl kadar sonra Şeyh Selâhaddin'in de ebedî âleme intikâliyle Hz.Mevlânâ sırdaşlığını Çelebi Hüsâmeddin'le sürdürdü. Bu dönemde insanlık tarihinin en büyük mîrâsı arasına girmiş olan Mesnevî'si vücûda geldi.
Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu ve şöyle diyordu;

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

SEMA GÖSTERİSİ 
Sema, Türk tarihinin, an'a nesinin, inançlarının bir parçası olup, Hz. Mevlana (1027-1273) ilhamıyla oluşmuş ve gelişmiştir. Kemale doğru manevi bir yolculuğu (Miraca), bir gidiş-gelişi temsil eder. Sema'yı ilmi yönden incelediğimizde şunu görürüz. Var olmanın temel şartı dönmektir. Varlıklar arasındaki müşterek benzerlik, en ufak zerreden en uzak yıldızlara kadar her birinin bünyesini teşkil eden atomlarındaki elektron ve protonların dönmesidir. Her şeyin döndüğü gibi, insanoğlu da bünyesini teşkil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanın dönmesiyle, topraktan gelip, toprağa dönmesi ile dünya ile beraber dönmesiyle tabii ve şuursuz olarak döner. Ancak insanı öbür varlıklardan farklı ve üstün kılan şey aklıdır. İşte, dönen Semazen varlıkların müşterek hareketine, sema ile beraber aklı da iştirak ettirir….

Sema, kulun hakikat'e yönelip, akılla-aşkla yücelip, nefsini terk ederek, Hakk'ta yok oluşu ve olgunluğa ermiş, kamil bir insan olarak tekrar kulluğuna dönüşüdür. Bütün varlığı, bütün yaratılanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüşüdür….. Semazen hırkasını çıkarmakla, manen, ebedi aleme hakikate doğar, orada yol alır…. Başındaki sikkesi (nefsinin mezartaşı), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir).Kollarını çapraz bağlayarak, görünüşte BİR rakamını temsil eden, böylece Allah'ın birliğini tastik eden Semazen, sema ederken, kolları açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür. Hakk'tan aldığı ihsanı, halka saçmasıdır. Sağdan sola kalbin etrafında dönerek, bütün insanları bütün yaratılmışları, bütün kalbiyle sevgi ve aşkla kucaklayışıdır. Onlar dünyadan soyunmuş, gayb aleminin aşk pervaneleridir. Esasen semahanenin sağı görünün, bilinen alemdir, solu da görünmeyen bilinmeyen mana alemidir. Semazenler mana aleminin mana erleridir.
Sema gösterisi, mutlak kemal ve Hak'ka vuslat yolunun derecelerini sembolize eder. Mukabele, en küçük teferruatına kadar tespit edilmiş usul ve erkanla yapılır. Sema hanelerde neyzen, kudümzen, ayin han ve naat hanlar gibi musiki erkanının bulunduğu ve sıralarına göre yerini aldığı mutrıb'in önünde sema meydanı, onun da tam karşısında şeyh postu vardır. Post'un ucundan semahane girişi ortasına kadar uzandığı farz edilen mevhum çizgiye (hat-ı istiva) denir. Bu, gerçeğe ulaşan, Vahdet'e giden en kısa yoldur. Bu çizgi asla çiğnenemez.
Şeyh ise, bütün ilahi sıfatlara mahzar olan ve postunda Mevlana'yı temsil eden Hak ilminin ve Hakikat-i Muhammedi'yenin mümessilidir. Post, en büyük manevi makamdır ve kırmızı renklidir.

Sema töreni 7 bölümdür. Her bölümün ayrı bir manası vardır. Mutrib erkanı, semazenler ve şeyh efendi yerlerine oturduktan sonra;
- 1. Bölüm: Birinci bölüm ilahi aşkı temsil eden Peygember Efendimizi metheden bir “Na't-ı Şerif” ile başlar. Mukabelede Naat han tarafından okunan (Na'at-ı Şerif) bestekar Itrı'nin bestelediği Naat'ı Mevlana, Hazret-i Peygamber'e en içli seslenişlerle bir övgüdür. (Yaa Hazret-i Mevlana, Hak dost…diye başlar)Hz. Peygamberimizi methetme, O'ndan evvelki bütün Peygamberleri ve hepsini yaratan Allah'ı methetmek demektir.
- 2. Bölümde methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyurur. Bu vuruş Allah'ın (C.C.) kainatı yaratışındaki “Kün=ol” emrini temsil eder.
-3.Bölümde her şeye can veren “Nefesi” nefhayı İlahiyyeyi temsil eden ney taksimine geçilir. Ney, asıl vatanı olan kamışlığa özlemini dile getirir. Ney, insan-i kamil'in sembolüdür ve yanık, içli sesiyle Hakk'a özlemini çeker.
-4 Bölüm Sultan Veled devridir. (Devr-i Veledi) Musikinin temposuyla, adab ve erkan üzere semahane ortasında şeyh, dergah erkanı ve Semahanelerle üç devir olan bu merasim, karşılıklı görüşmek, yani baş kesmekle veya cemal cemale niyaz etmekle, mutlak varlığın kemal zuhurunu doğrulamaktadır. Semazenler dünyadan soyunmuş gayb aleminin aşk pervaneleridir.
Devr-i veledi ölümden sonra dirilmeye, şeh'in rehberliği ve irşadıyla, edebi hayata yönelmeye işarettir. Üç devir, Tasavvufa (ilmel yakin) yani Hakk'ı ilimle bilmeye, ikinci devir, (aynel yakin) yani düşüncenin ötesinde görmeyi, üçünçüsü de (hakkel yakin) yani her şeyi ile bilmeyi, Hakk'la bir olmaya, delalet eder.
Şeyh birinci devri tamamlarken, kıdemce en geri ve en genç, nev-niyaz denilen semazenle karşı karşıyadır. Birbirine baş keser ve böylece tevazuu en beliğ şekilde ifade ederler. Bu karşılıklı görüşme ayrıca birbirinin gönül kıblesine secdeye varıştır. Üçüncü devir sonunda, şeyh postuna geçer, semazenlerde yerlerini alırlar.

5. Bölüm Sema ayinidir. Devr-i Veledi'den sonra sema töreni başlar. Sema 4 selamdır. Semazenler usulünce hırkalarını çıkarır yani dünyevi gailelerden soyunur, mezarından sıyrılırlar. Bu sıra şeyh postun önüne doğru yürür, baş keser ve herkes ona uyar. Semazenbaşı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini. Bu sema'ya destur, yani izin almaktır. Bundan sonra birer birer semazenler şeyhle görüşür. Kollarını bağlayarak BİN rakamını temsil eder. Böylece Allah'ın birliğine şahadet eder ve sema'a kanat açarlar. Sema ederken kol açan semazenin sağ eli dua eder, yukarıya sol eli aşağıya açıktır. Bu hak'tan halka saçarız, hiç bir şey'i kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz anlamına gelmektedir. Bir başka ifade ile de (göğe ağarız, yere yağarız. Varlığımız Hakk'ın rahmetinde yok olmuştur) demektir. Semazenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanı devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında devrettikleri gibi… Sema, bütün alemlerin güneşi Hakk'ın huzurunda bir devri alemdir.
Esasen sema; gerçek varlığa ulaştıran, insanı kendinden geçiren cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Hz. Mevlana'mızın ifadesiyle (aşk'a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için, can elbisesi) dir.
-Semanın 1. selamı alemleri seyretmedir. Hakk'ın büyüklüğünü ve yüceliğinin idrakidir. Birinci selamda aşıklar şüphelerden kurtulur. Tanrı'nın birliğine iman eder. Dini yükümlülüklerini yerine getirir, alçak gönüllülüğü temsil eder. İnsanın bilgiyle hakikate doğarak, Yüce Yaradan'ın ve kulluğunu idrakidir.
-2. selam Vahdet'i Tanrı birliğini görüş haline getirmedir. İnsanın yaradılıştaki nizamı, azameti müşahede ederek, Allah'ın kudreti karşısında hayranlık duymasıdır.
- 3. Selam, insanın hayranlık ve minnet duygusunun Aşk'a dönüşmesiyle, aklın Aşk'a kurban oluşudur. Bu tam teslimiyettir, Allah'a vuslattır, sevgilide yok oluştur. Budizm'de en yüksek mertebe olan “Nirvana” dır. İslamiyet'teki “Fenafillah” tır. Ancak İslamiyet'te en yüksek mertebe kulluk mertebesidir. Üçüncü selamda aşıklar görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar.
-4.Selam ise, insanın manevi yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak, yaratılıştaki vazifesine, kulluğuna dönüşüdür. Bu Selama Şeyh Efendi ve Semazen başı da iştirak eder. Bu noktada Semazen, Amene'r Rezülü'deki Allah'a , Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine… iman etmiş olmanın neşesi içindedir. İlahi emirlere ve yaratılış sebeplerinin zevki ve idraki içindedir. Benliğini, egosunu mağlup etmiş Peygamber efendimizin “ölmeden önce ölünüz” emirlerine uymuş ve neşe'sine gark olmuştur.
6.Bölümde ”Meşrik de Allah'ındır, mağrib de. Hangi tarafa dönerseniz Allah'ın yüzü oradır. Çünkü Allah Vasi'dir, Alim'dir” ayet'inin okunduğu Kur.an-i Kerim tilavetiyle devam eder.
7. Bölümde Sema töreni, bütün peygamberlerin, şehitlerimizin ve bütün inananların ruhları için okunan bir Fatiha ve devletimizin selameti için bir dua ile sona erer.
Dede'ler ve Derviş'ler Sema Mukabelesinden sonra, kimseyle konuşmadan, tefekkür (meditasyon) için sessizce hücrelerine çekilirler.

NEY
Ney, sazlıkta biten alelade bir kamış değildir. Ney, aşığın elinde ateştir', gönüldür. Tanrı sırrıdır.
Derler ki. Peygamber Hz. Davut, bir gün bir sazlıktan geçiyormuş. Bu sırada hafif bir rüzgar esmeye başlamış. Kamışlar başlamış ötmeye.. Ama ne ötüş… Hazreti Davut olduğu yerde çivilenmiş kalmış. Bu ses, ne ilahi bir ses, ne içten terennüm…Bir tanesini koparmış, dudaklarına götürmüş, başlamış üflemeye... Bundan sonra Tanrı'ya olan aşk ve muhabbetini bu kamışla dile getirmiş. Bu kamış O'nun elinde kamış olmaktan çıkar, aşk haline gelirmiş. Davut'un ilahileri ve pek meşhur davudi sesi, terennümleriyle yanık nefesi ve sesiyle, feryat eden bir aşık misali ney ile ilgili olsa gerek.
Yine söylenir ki, Hazreti Muhammed (S.A.), Allah sırrını yalnız can yoldaşı Hz. Ali'ye söylemiş, kimseye ifşa etmemesini sıkı sıkıya tembih etmişlerdi. Hz. Ali, bu ilahi sırrı, bir süre içinde gizlemiş, fakat sırrın ateşine ağırlığına dayanamamış, yüreği parça parça olmuş, çöllere düşmüştü. Bir gün, perişan sahrada dolaşırken, kör bir kuyuya rastlamış, içini yakan, kavuran ilahi sırrı bu kuyuya boşaltmış, ferahlamıştı. Kısa bir süre sonra, kuyudan, ab—ı hayat gibi sular taşmış, vaha haline gelmiş, ağaçlar, kamışlar bitmişti. Ney bu sazlıkta biten bir kamıştı. Erbabının elinde bu kamış dile geliyor, ilahi sırrı ifşa ediyordu.
Alevden nefesi ile hıçkıran, yanık ve perişan ney, İlahi bir sel sebil aşkla dolu gönül. Mevlana'nın, “Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o nur yok. Ten can da tenden gizli değil. Lakin canı görmek için izin yok” diye dile getirdiği aşk sembolü Ney için Mevlana der ki:

Gizli sırlarını söylemede cihanın
0 yanık ney, o yanık ney, yanık ney
Ney nedir? O busesi güzel cananın,
Öptüğü şey, öptüğü şey, öptüğü şey.

İşte rebap ve neyin sesi, aşk evinin temel harcıydı. Bu seslerden nasibini alan aşık, vecde gelir, semaa girerdi. Gezegenler ve yıldızların, güneşin çevresindeki dönüşleri gibi, ilahi sevgilinin manevi çevresinde döne döne…
Mevlana, “Sema, ilahi vuslata erişmek içindir” der. Bu vuslat yolunun zevkini alan aşık zaman ve mekan kayıtlarından kurtulur. Mesnevi'de, “zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu, keyfiyetsiz Tanrı'ya mahrem olursun.” Denir. Bu anda “Demirle mıknatıs neyse aşıkla maşuk da odur.” “Sema ederken, ne neyden haberimiz olur ne teften” buyurdukları gibi aşığın cezbe hali, onu, o anda dünya kayıtlarından sıyırır. Bu hal bir süre devam eder. Sonra, yavaş yavaş sükuna varır. Tanrı'nın mutlak cemaline ve celaline hamd eder: “Artık öyle bir makama ulaşmıştır ki, orada ne zikir, ne zikreden, ne de zikredilen vardır”. Bunun için Mevlana, “Sema, aşıkların gıdasıdır. Çünkü onda canana vuslatın hayali vardır” demektir. Tebrizli Şems “Hak'kı isteyen ve ona aşık olanlar, sema ettikleri zaman, aşkları ve manevi halleri çoğalır” diyerek, Mevlana'yı daima sema etmeğe teşvik etmiştir.

ESERLERİ:
- MESNEVİ: Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Bu tarz yazılan şiirlerde, her beytin 2 mısraı kendi aralarında kafiyelidir. Her ne kadar mesnevi bir şiir tarzı olsa da mesnevi denilince akla Hz. Mevlana'nın Mesnevisi gelir. Mesnevi Celebi Hüsamettin'in isteği üzerine yazılmıştır. Dili farsçadır. Halen Mevlana Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevi nüshasına göre, beyit sayısı 25.618 dir.
DİVAN-I KEBİR: Divan, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Divan-i Kebir; büyük defter anlamına gelir. Mevlana'nın çeşitli konularda söylediği şiirler bu divandadır. Divan-i Kebir 21 küçük divan ve Rubai Divanı'nın bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Kebir'in beyit adedi 40.380'dir.
MEKTUBAT: Mevlana'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147adet mektuptur.
FİHİ MA FİH: Fihi Ma Fih “Onun içimdeki içindedir” manasına gelmektedir. Bu eser Hz.Mevlana'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır.
MECALİS-İ SEB'A (Yedi Meclis): Mevlana'nın yedi Meclisi'nin yedi Vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlana'nın vaazları, Çelebi Hüsamettin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiştir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede araç olarak kabul eden Mevlana yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir.
1- Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı,
2- Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış
3- İnanç'daki kudret
4- Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar,
5- Bilginin değeri
6- Gaflete dalış
7- Aklın önemi,

ŞAHSIYETİ 
Mevlana hazretleri diğer bütün İslam Alimleri gibi ömrünü insanlara ebedi saadet yolunu göstermek, onları aydınlatmakla geçirmiştir. Mevlana Celaleddin-i Rumi, her şeyden önce olgun, alim ve veli bir şahsiyettir. O'nun başkalarına doğudan ve batıdan çeşitli din, mezhep ve meşrep sahibi kimseleri kendisine hayran bırakan merhameti, insan sevgisi, tevazuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıflara mensup olduğu İslam Dini'nin yüksek ahlak telakkisindendir.
Mevlana Müslim ve gayrimüslim bütün beşeriyet tarafından beğenilmiş bir fikir ve san'at adamıdır. Büyük İngiliz müsteşriki A.J. Arberry, O'nun için;”dünyanın en büyük şairlerinden biri” hükmünü vermektedir. Goethe'den başlayarak, bir çok büyük şairler arasında Mevlana hayranlığı yaygındır. Rembrandt O'nun bir tablosunu yapmaktan kendini alamamıştır.
Mevlana'da şahıs ve fikir hürriyetine verilen fevkalade kıymet, insanı adeta mukaddes bir varlık derecesine yükseltmiştir. O iç bir doğuş farkı, sonradan edinilmiş hiç bir haslet farkı tanımadan, bütün insanlığa değer verir. En kötü insanı bile bağışlanmaya, sevgiye layık görür. Tanrı aşkının insanı ne derece yükselttiğini, temizlediğini tamamen dehasına has bir söyleşiyle terennüm etmiştir. İran ve Türk şairleri arasında kimse O'nun ateşli lirizminden uzak kalamamış, Mevlana yüzlerce doğulu şaire feyz kaynağı olmuştur.

MEVLANA'DA DOYUMSUZ SEVGİ 
Sevmek ruhu olgunlaştırır. İnsana ruhsal dinginlik verir. Gönül gözünü ve üçüncü gözünü açar. Yaratılmış her şeyi sevmek yaratanı sevmektir. Bu, açan bir çiçekte, etrafımızdaki insanlarda, başkalarının çocuğunda, denizde, dağda, böcekte o güzel duygunun, doyumsuz sevginin içimize doğması, içimizi kıpır kıpır yapmasıdır. Her şeyi, herkesi sevmek kamil insan olabilmektir. Hz. Mevlana bir rubaisinde şöyle der;
“Sevgilim, sana yakın olmanın sebebi hep sevgidir. Ayağını nereye basarsan, biz oranın toprağız. Aşk mezhebinde reva mıdır ki, alemi seninle gördüğümüz halde seni görmeyelim.”
O, şöyle der: Seviyoruz ve hayatımızın güzelliği o yüzden,
Bu sevgi insanı “kemal”e ulaştıran, Tanrı'ya yakınlaştıran ve “gerçek aşk'a, tanrı aşkına ulaştıran bir duygudur. Gerçek aşık, her şeyde Yaradan'ı bulandır. Bu öyle bir aşk ki;, gönül durmadan sızlar, dil durmadan söyler, kalem durmadan yazar. Bu Mevlana'ya koca bir Divan, cilt cilt Mesnevi, bir sürü kitap yazdırır. Mecnun edip, çöllere düşürür.

Ben aşıkım aşka; aşk da sevdalı bana,
Aşık tene can/ten ise sevdalı cana
Bazen dolarım boynuna ben kollarımı
Bazen de sürükler beni canan yanına,

Hazırlayan: İnci Emirzeoğlu

Kaynak: 
www.mevlana.com
www.neyzen.com
www.Akademik.semazen.net
Mevlana; Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı; Varlık/Bilgi Yayınları
Sevginin Yolu; Nigel Watts Dharma Yayınları
Türkiye Ansiklopedisi
Mevlana Müzesi; Konya Valiliği Yayını
Sema ve Kainatin Hareketi; Hz. Mevlana torunu Celaleddin B. Çelebi

HABERE YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler