Türkiye Nevruza gidiyor

Haber61 – Gündem Haberi – Türkiye gündeminde 21 Mart Cumartesi günü kutlanacak nevruz var. Diyarbakır’da kutlanması beklenen Nevruz’da eli kanlı terör örgütü PKK’nın ele başının mektubu okunacak. Bu Nevruz’u diğerlerinden ayrın bir özellik daha var. İddia

Türkiye Nevruza gidiyor

Haber61 – Gündem Haberi – Türkiye gündeminde 21 Mart Cumartesi günü kutlanacak nevruz var. Diyarbakır’da kutlanması beklenen Nevruz’da eli kanlı terör örgütü PKK’nın ele başının mektubu okunacak. Bu Nevruz’u diğerlerinden ayrın bir özellik daha var. İddiaya göre Öcalan nevruza görüntülü bağlanacağı ileri sürüldü. Nevruz öncesi arta arta açıklamalar geldi.

Nevruz Öncesinde çeşitli illerde eylemler meydana geldi. Şırnak ve Bingöl'de bugün nevruz, binlerce kişinin katıldığı törenlerle coşku içerisinde kutlandı. Bingöl'deki kutlamalar olaysız geçerken, Şırnak'taki kutlamalarda önlem alan polise taşlı saldırıda, 4 polis ile 5 yaşındaki bir çocuk yaralandı.

Şırnak Bahçelievler Mahallesi'ndeki Cudi ve Küpeli dağlarının karşısındaki nevruz alanında gerçekleştirilen nevruz kutlamalarına ilçelerden de gelen binlerce kişi katıldı. Nevruz alanı etrafında yoğun önlem alan polisler, alana girmek isteyen vatandaşları tek tek aramadan geçirdi. Nevruz alanı ise sarı, kırmızı ve yeşil balonlarla süslendi. Alanda kurulan sahneye, 'Edî bese (Artık yeter)' ve 'Öcalan'a özgürlük' yazılı pankart asılırken, programın başlamasına saatler kala alanı dolduran binlerce kişi, davul ve zurna eşliğinde halaya çekti. Çekilen halaylara, kadın ve erkeklerin yöresel kıyafetleri katılması alanda renkli görüntüler oluşturdu.

HDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, Kürtçe yaptığı konuşmada, "Size söz veriyoruz, yakın bir günde, bu alanda elin bizim elimizde, gönlümüz gönlünüzde, bütün halkımızla birlikte, özgür olarak, özgürlük halayları çekeceğiz. Biz alanlarda sizi karşılayacağız, bu sözü size veriyoruz. Öcalan diyerek, buradan İmralı'ya kadar Öcalan'nın nevruzunu kutluyoruz" dedi.

HDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Türkçe ve Kürtçe yaptığı konuşmada bu yüzyılın özgürlükler yılı olduğunu belirterek, "Herkes bilsin, Cumhurbaşkanı Erdoğan bilsin. Sayın Başbakan Davutoğlu bilsin, sayın Kılıçdaroğlu bilsin, sayın Bahçeli bilsin. Kimse sizin yöresel kıyafetlerinizi, renginizi, dilinizi yasaklayamaz. Bunu yasaklayanlar hala dünyaya gelmemiştir. Bu dağlara baksın, Cudi Dağı'na baksın, bu dağ tufan görmüştür. Bu kahraman insanlar, özgürlük için, kimliğiniz için, çocuğu için, Öcalan için bu Nevruz ateş yaktık. Bu ateş iyi günlerin gelmesi, güzel bir yaşam için, birlik ve beraberlik için, yaşamak içindir. Biz birliği güçlendireceğiz" diye konuştu.

HDP’DEN PROKOVASYON AÇIKLAMASI

Halkaların Demokratik Partisi (HDP) Eş başkanı Selahattin Demirtaş, “Çılgınlıksa yapacaklar, provakasyonsa bunu da yapacaklar. Korkumuz o ki, bunlar iktidardan düşmemek için ülkeyi ateşe atma riskini bile göze alabilirler. Biz asla provakasyona gelmeyeceğiz. Sarayın temelleri sallandıkça her türlü provakasyonu göze alabilirler. Bu sarayı sağlam yapmadıklarını biliyoruz. Biz yürüdükçe saray sallanacak. Saray sallandıkça bunlar panikleyecek. Bize saldırmaya, provakasyonlara devam edebilirler. Ne olursa olsun ülke barış ve huzurundan taviz vermeyeceğiz.”dedi.

ÖCALANIN MESAJI DİYARBAKIR YOLUNDA

İmralı Adası'na giden HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Pervin Buldan, HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle ve Ceylan Bağrıyanık'tan oluşan heyet, Öcalan ile yaklaşık 4 saatlik toplantının ardından adadan döndü. Nevruz mesajının heyete iletildiği ve mesajın 21 Mart Cumartesi günü Diyarbakır Nevruz'unda paylaşılacağı belirtildi.

SİYASİLER NEVRUZA NASIL BAKIYOR

AK Parti - "Tek alternatif demokratik siyaset"

DEVAMI DİĞER SAYFADA

2013 yılından bu yana devam eden çözüm sürecinde üçüncü Nevruz yaklaşıyor. Hükümet ile HDP’nin 28 Şubat’ta Dolmabahçe sarayında ortak açıklama yapması ve o açıklamada okunan, silah bırakma için Abdullah Öcalan’ın PKK’ya kongre toplama çağrısı 2015 Nevruz’una da ayrı bir anlam kattı. Nevruz öncesi Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan Ak Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, “28 Şubat’a gelindiğinde herkesin üzerinde anlaştığı ortak nokta; evet sorunlarımızı demokratik siyaset zemininde çözeriz noktasıydı.” diye konuştu.

Çözüm süreci hangi aşamada sizce?

Gelinen noktayı değerlendirmeden önce çözüm sürecinin ruhuna bakmak lazım. Sürecin ruhunu oluşturan ana eksen nedir? Bizim birliğimiz, beraberliğimiz, bütünlüğümüzdür. 12 yıldan beri Ak Parti iktidarının çok büyük bir risk olarak çok büyük bir sorunu çözmek için harekete geçmemizin asıl amacı, birliğimiz ve beraberliğimizdir. Bu ülkenin bütünlüğünü korumak, bu ülkenin ortak sembollerini muhafaza etmektir. Bin yıllık kardeşliğimizi devam ettirmektir. O yüzden biz meseleye taraflar olarak bakmak yerine devletin çatısı altında kronik bir sorunu çözmek için harekete geçiş olarak bakmak gerekir. Burada iki taraf var da iki tarafın yürüttüğü müzakereler var diye bakmak yerine, bu ülkenin bir sorunu var, bu sorunun çözümü için alınmış bir karar var diye bakmak lazım.

Devlet bu yüz yıllık sorunu çözmek için önce milli birlik ve kardeşlik projesi, demokratik açılım ve son iki yıldan bu yana çatışma çözümü etrafında daha çok şekillenmiş bir süreçten bahsediyoruz. Burada bir şeyi de ayırmak gerekir. Son iki yıldan beri bizim daha çok konuştuğumuz şudur; biz çatışmanın çözümü konusunda silahların bırakılması şiddetin silahın yerini demokratik siyasetin alması için çaba veriyoruz. Yoksa insana ait olanı insana iade etmek, bunlar zaten demokratik siyasetin asli görevidir. Devlet tabii ki kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına alacaktır, kimlik talepleri gibi talepler varsa bunları müzakerenin parçası olarak görmek son derece yanlış. Ortada bir pazarlık var ve bu pazarlık vatandaşın temel taleplerini birileriyle müzakere konusu yapmak değil. Zaten böyle bir pazarlık varsa ortada çok ciddi bir sorun var demektir.

Biz kendi vatandaşımızın temel taleplerini kimseyle müzakere etmedik, insana ait olanı insana iade etmenin mücadelesini verdik. Bu ayrı bir konu. Demokratikleşme, normalleşme ve özellikle eski Türkiye’de baskıcı, ceberrut devletin, farklı kesimlerin, farklı etnik kimliklerin haklarının gasp edilmesi ile mücadele ederek biz iktidara geldik. İktidara geldiğimiz andan bu yana da Türkiye’de 78 milyonun eşit vatandaş olması için eşit mücadele verdik. Etnik kimliklerinden dolayı insanların talepleri vardı, bunları giderdik.

Karşı taraf daha çok hak ve özgürlük taleplerini dillendirdiği için süreç bir bütün gibi anlaşılıyor olabilir mi?

Halkların Demokratik Partisi, demokratik siyasetin meşru bir aktörü olduğu için o da nihayetinde demokratik siyaset zemininde bir çözüm arıyor. Yani siyaset kurumunun asli unsuru nedir? Sorun çözme. HDP de çözümün bir parçası bir paydaşı olması anlamında çözüm sürecinin içerisinde rol alıyor. Ama burada çözümün muhatabı bizzat milletin kendisi. Demokratik siyaset de milletin, toplumun farklı taleplerini çözüme kavuşturma işlevini yerine getiriyor.

Meselenin diğer bir veçhesi de Türkiye’nin yaklaşık 30 yıldan beri çok şiddetli yaşadığı terör sorunu, şiddet sarmalı. Bir kesim insan bir sorunu gerekçe göstererek bu sorunun çözümünde silahlı mücadeleyi çözüm aracı olarak görmüş ve silahlı mücadeleye  başvurmuş. Devlet bu sorunu çözmek için de yıllardır güvenlikçi bir paradigma ile hareket etmiş. Nihayetinde 2005’te öyle bir noktaya gelindi ki demokratik siyasetin bu sorunun çözümünü sonuçlandıracağını hep birlikte gördükten sonra, biz ayrıca demin sözünü ettiğim konulardan bağımsız olarak biz sorunun bileşenlerinden biri olan terörü sonlandırmak için tüm enstrümanları ve mekanizmaları kullanmaya başladık.

Silahsızlanma nasıl gerçekleşecek?

 Bu terörün ve şiddetin oluşturduğu toplumsal yaralar ve sorunlar nasıl çözülecek? Bir sosyal restorasyon süreci nasıl başlatılacak? Meselenin sosyal ve kültürel bir boyutu da var. Aslında 90’larda şiddet sarmalının güçlendiği dönemlerde köyler boşaltılırken, Diyarbakır Cezaevinde insanlar işkence görürken insanların devlete olan bağlılıkları, aidiyeti çok ciddi zedelenmiş.  O yüzden biz iktidara geldiğimiz günden itibaren bir taraftan demokratikleşme ve normalleşme ile toplumsal alanda oluşan yaraları sarmaya çalıştık. Bir taraftan hukuki süreçler ile insana ait olanı insana iade etmek, insanların temel  hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması, öbür taraftan toplumsal talepleri sorun olarak gören değil toplumsal talepleri çözmek için demokratik bir sistem inşa edilmesi gerektiğinin mücadelesini verdik. Askeri ve sivil vesayeti tasfiye ettik. Siyaset kurumunu tüm alanlarda güçlendirecek çalışmaların sonucunda aslında 28 Şubat’a gelindiğinde herkesin üzerinde anlaştığı ortak nokta; evet sorunlarımızı demokratik siyaset zemininde çözeriz noktasıydı. Bu nokta Ak Parti’nin 12 yıl boyunca verdiği mücadelenin sonunda gelinen bir noktadır.

Başlangıç noktası kadar önemli miydi sizce Dolmabahçe açıklaması ile gelinen nokta?

Bütün bu sözünü ettiğimiz adımlar nihayetinde Ak Parti’nin kullandığı çözüm dili, hizmet siyaseti, devletin dönüşmesi sonucunda bunlar gerçekleşti. Bölge halkı artık silahı, şiddeti, ölümü istemediği için oldu. İnsanlar gelişen Türkiye’den pay almak istediği için, Edirne’deki anne çocuğunu askere gönderirken endişe etmek istemediği için, Şırnak’taki anne “çocuğum dağa çıkmasın” dediği için bu noktaya geldik. Biz bu noktaya gelmek için çok büyük risk aldık. Tüm yapılanların toplamı çözüm adına beklentilerimizin artmasını, demokratik siyasetin tüm bu sorunların çözümü için tek alternatif haline gelmesini sağladı.

Geri çekilme ile başlayan süreçte ne kadar yol alındı sizce? Yolun neresinde çözüm süreci?

Dünya örneklerine baktığımızda 15 yıl gibi süreçler var, özellikle çatışma çözümü ile ilgili. Biz tüm bu sorunlu alanları iyileştirip meseleyi demokratik siyaset zeminine taşımış olmamız aslında yeni bir başlangıç. Bundan sonrası artık demokratik siyasetin işi. Biz orada bir perspektif ortaya koyduk, siyasetin tartışacağı sorumluluk alanları tarif edildi. Yani siyaset neyi tartışacak? Demokratik siyasetten ne anladığımızı, demokratik siyasetin altında siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, insanların çözüm içinde kendi önerilerini konuşabilecekleri bir zemin oluştu. Diğer taraftan 6 maddelik bir çerçeve kanun çıkardık. İlk defa terör ile mücadelenin nasıl yapılacağının hukuki zemini oluştu. Eski Türkiye’de terörle mücadele terörist ile mücadeleydi. Güvenlikçi bir anlayış ile silaha karşı silah ile mücadeleydi.

Şimdi nasıl bir anlamı var?

Şimdi daha çok terörle mücadele. Ekonomik, sosyal, kültürel bir çok boyutu var. Yani terörü var eden, şiddeti yaratan nedenleri ortadan kaldırmak, toplumu rehabilite etmek, toplumsal talepleri sorun olarak görmek yerine bunları çözüme kavuşturacak bir zemin oluşturmak.

Nevruz bir sembol oldu süreçte. Siz bu Nevruz’u nasıl tanımlarsınız?

Bundan sonra bu sorunun değdiği tüm kesimlerin demokratik siyaset zemininde bu soruna çözüm sunması gerekiyor. O yüzden sadece Nevruz dediğimizde sadece Diyarbakır’da kutlanan Nevruz’u anlamamız lazım. Nevruz, Unesco tarafından korunması gereken soyut varlıklar listesine alınmıştır. Nevruz dediğimizde bu coğrafyada bu bir bahar bayramıdır. Tüm eşyanın yeniden dirilmesidir. Nevruz bir yönüyle de yeniden diriliştir. Nevruz’a böyle bakmak gerekir. Türkiye’nin her yerinde Nevruz kutlanacak. Kutlayanların barış, çözüm duygusuyla bunu yapması, mesajların da barışa katkı sunacak şekilde verilmesi gerekiyor. Nevruz’u sadece Diyarbakır’da ibaret görmek doğru olmaz.

Demokratik siyasetin çok sık altını çizdiniz. Sizce yüzde 10’luk baraj bunun önünde bir engel değil mi?

Biz biliyorsunuz demokratikleşme paketinde baraj konusunu tartışmaya açtık ve üç öneri sunduk, dedik ki “Gelin tartışalım”. Mesela biz bir hükümet sistemi olarak başkanlık sistemi diyoruz. Onlar diyor ki “Vay siz rejimi değiştirmeye çalışıyorsunuz”. Hükümet etme sistemi başka bir şey, Cumhuriyet başka bir şey. Maalesef Türkiye’de muhalefet karşıtlığa dönüştüğü için sizin ak dediğinize kara demeyi tercih ediyorlar. Biz demokratik zeminde konuşmaya tartışmaya açığız.

HDP – Öcalan'ın Nevruz mesajının ipuçları

DEVAMI DİĞER SAYFADA

HDP’nin İmralı heyeti üyelerinden İdris Baluken 3 yıldır İmralı-Kandil-Hükümet üçgeninde mekik dokuyan isimlerden biri. Süreç ile sembolleşen 2013'teki ilk Nevruz’dan bu yana yaşananları Al Jazeera’ye değerlendiren Baluken, gelinen noktayı “tarihi bir eşik” olarak tanımladı. Baluken, Öcalan’ın niyet beyanını ortaya koyduğu için önemli bulduğu Dolmabahçe açıklamasının hükümet açısından bir niyet beyanı olmadığı görüşünü dile getirdi.

Baluken’e göre sorunu sadece silahsızlanma üzerinden gören Hükümet, demokratikleşme yönünde yeterli adımları atmadı. Öcalan’ın Nevruz’da okunacak mesaj ile ilgili de ipuçları veren HDP’li Baluken, Dolmabahçe'de okunan 10 maddenin önemine yeniden vurgu yapılabileceğini belirtti. Baluken, "Nasıl bir Türkiye, nasıl bir Ortadoğu tahayyülü olduğunu Sayın Öcalan bu Newroz bildirgesinde ortaya koyabilir ki bizce bu son derece önemlidir.” dedi.

Süreç başladıktan sonra bu üçüncü Nevruz. İlk Nevruz’dan bu yana sağlanan ilerlemeyi nasıl tanımlarsınız?

Tarihi bir eşikte olduğumuzu düşünüyoruz. Gönül isterdi ki 2015 Nevruzu'nu gerekli adımların atılmış olması, toplumsal barışın sağlanmış olması ve yeniden inşa ve bölgesel yeniden inşa ile ilgili gelişmelerle karşılayalım. Ama maalesef çok mümkün olmadı. Özellikle Hükümet’in demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi konusunda gerekli adımları atmamış olması süreç açısından belli zorlanmaları beraberinde getirdi. Bu konuda Sayın Öcalan zaman zaman yaşanan zorluklarda çözümleyici birtakım hamleler geliştirdi ve sürecin bugüne kadar sağ salim gelmesinde de çok önemli bir rol oynadı. Özellikle son zorlanma noktasında da yine Sayın Öcalan’ın yeni bir hamlesi hem süreci hem de bu Nevruz’u tarihi bir dönemeç olacak şekilde çözümledi ve bir umut noktasına taşıdı.

“Son zorlama” sözleriyle kastettiğiniz 4 Şubat krizi mi?

Evet. Özellikle Dolmabahçe’de yapılan ortak açıklama, orada 10 madde ile formüle edilen ama aslında metnin tamamında tam bir demokratik öz içeren formülasyonu biz son derece önemli ve değerli buluyoruz. Şu anda bütün Türkiye halkının beklentisi Hükümet'in bu 10 madde ile ilgili bir an önce belli çalışmalar yapması ve bunu müzakere masasına taşıması, müzakere masasında 10 başlık ile ilgili ortaklaşma aramasıdır. Newroz heyecanı bu yıl bu 10 maddenin kamuoyuna açıklanması sadece Kürt halkı açısından değil bütün Türkiye ve aslında bölge halkları açısından bir demokratik geleceğin orada olduğunun ortaya çıkması açısından son derece önemli. Ben Sayın Öcalan’ın yapacağı çağrının da halklarımızın bu beklentisini bir üst noktaya taşıyacak, barış ile ilgili özgürlükler ile ilgili çok güçlü bir mesaj içerebileceği kanaatindeyim.

Yolun ne kadarı geride kaldı?

Böyle bir oranlama yapmamız doğru olmaz. Şunu söyleyebiliriz; resmi olarak müzakerelere geçildiği anda yolun yüzde 50’si geride kalmıştır diyebiliriz. Şu anda resmi müzakerelere geçmemiz için kurulması gereken resmi müzakere mekanizmalarında hala eksiklikler var. Sekreterya ile ilgili son durum konusunda net bilgi sahibi değiliz. İzleme Heyeti’nin devreye girmesi henüz söz konusu olmadı. Tamamlanmış müzakere mekanizmaları ile müzakere aşamasına geçilmedi. Müzakere başlıkları ile ilgili bir tartışma yürütülmedi. Dolayısıyla bunların giderilmesi durumunda yani ilk müzakere başlıklarını tartışmaya başladığımız toplantıda biz yolun yarısını geçtiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.

Geçen 3 yılda müzakerelerin içindeydiniz, nasıl tanımlarsınız bu süreci?

Şüphesiz ki bu tarz süreçler sadece Türkiye’de değil dünya örneklerinde de tıkanma noktasına gelen zorlanmalarla geçer. Güney Afrika deneyiminde de İngiltere, İspanya deneyiminde de yıllara yayılan ve zaman zaman çok ciddi zorlanmaların hatta kopmaların olduğu dönemler yaşamıştır. Türkiye’de yürüyen çözüm sürecinde kopma noktasına gelen bir durum yaşanmadı. Bu tabi son derece sevindirici ama ciddi zorlanmaların olduğu dönemleri yaşadık. Burada temel sorunu doğru koymak lâzım. Süreç iki hat üzerinden yürüyor. Birinci hat demokratikleşme ve özgürlükler ile ilgili hattır. İkinci hat ise çatışmasızlık ve silahların devreden çıkması ile ilgili hattır. Bu iki hattı birbirinden bağımsız olarak ele alırsanız çözüme ulaşmak mümkün olmaz. Bizim baştan bu yana söylediğimiz iki hat içinde eş zamanlı senkronik adımların atılmasıdır. Tabii ki çatışmasızlık ve silahların devreden çıkması hattında önemli gelişmeler yaşandı. Sürecin başından bu yana silahlı çatışmadan kaynaklı can kayıpları olmadı. Bu çok kıymetlidir, bir gerillanın, bir polisin, bir askerin, bir korucunun, tarafların silahlı çatışmasından dolayı yaşamını yitirmemiş olmasını son derece değerli buluyoruz. Yine silahların devreden çıkması ile ilgili Dolmabahçe’de Sayın Öcalan tarafından bir niyet beyanının ortaya konması da son derece önemli.

Başlı başına Dolmabahçe açıklamasının yapılması bile Hükümet açısından da önemli bir niyet beyanı değil mi?

Değil. Biz Hükümet’in silahların devreden çıkması konusu gerekli çalışmaları yaptığı kanaatinde değiliz. Koruculuk sistemi, kontrgerilla sistemi vari bir takım paramiliter yapılar, toplumsal olaylarda çocukların yaşamını yitirmesi, 6-7 Ekim olaylarında 50’nin üzerinde vatandaşın yaşamını yitirmesi Hükümet’in çok da iyi bir sınav vermediğini ortaya koyuyor. Yaşanan can kayıplarından sonra cezasızlık süreçleri ve Hükümet’in toplumsal olaylarla ilgili güvenlik yasası gibi can kayıplarını daha da çok artıracak bir yasa ile cevap vermesi çatışmasızlık ve silahların devreden çıkması konusunda Hükümet’in kendisinden beklenen tempoda bir çalışma performansı ortaya koymadığını bence gösteriyor. Diğer hat üzerinden yine değerlendirme yapmak lazım. Demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesi konularında da paralel, eş zamanlı bazı düzenlemelerin yapılmış olması gerekiyordu. Bu konuda da Hükümet tam olarak sınıfta kalmıştır. Türkiye’de demokratik siyasetin önündeki engellerin ortadan kaldırılması, Türkiye’de demokratik siyasetin önündeki engellerin kaldırılması, toplantı gösteri hakkı ile ilgili adımların atılması, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, seçim barajı gibi antidemokratik bir ucubenin hala bulunuyor olması, basın özgürlüğü ile ilgili iyileştirmenin olmaması bu hat üzerinde Hükümet’in duruşu ile ilgili bize yeterli ipuçlarını veriyor. Her iki hat üzerinde Hükümet daha duyarlı, daha cesur ve sürecin ruhuna uygun bazı adımları ortaya koymuş olsaydı bu Newroz daha başka bir anlam taşıyabilirdi. Hükümet aslında adımlar atacağının taahhüdünü orada halklarımıza vermiştir ama bunu ete kemiğe büründürecek, yaşama geçirecek hangi hazırlıkların olduğu ortaya konmalı.

Fakat bir yandan da takvim daralıyor. İki hafta sonra Meclis kapanacak. Sizce bu adımların atılmasını beklemek gerçekçi mi?

İstenirse Kürt meselesinin çözümü ile ilgili ya da Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilgili yasal düzenlemeler bir hafta içinde yapılır. Müzakere mekanizmalarının tamamlanması, Meclis’te Hakikat Komisyonu’nun kurulması bunlar çok kısa süre içinde atılabilecek adımlar. Tabii ki 10 maddenin son maddesi olan ve aslında bütün maddeler ile ilgili taahhütleri sözleşme altına alan Anayasa ile ilgili seçim öncesi bir gelişme beklemek gerçekçi değil. Ama bu konuda müzakere masasında belli tartışmaların yapılması, belli mutabakatlara varılması, bu mutabakatların da güvence altına alınması söz konusu olmalı. Bu konuda henüz Hükümet’ten bırakın Anayasa'yı, yasal değişiklikler ile ilgili tek bir güvence altına almış değiliz. Güvenlik yasasının bile hala çekilmemiş olması Hükümet’in gündemine yansıyan hiçbir demokratikleşme adımının olmaması da bizim kaygılarımızı artırıyor diyebiliriz.

Abdullah Öcalan’ın daha güçlü bir mesaj vereceğini söylediniz. Ne bekliyorsunuz?

Niyet beyanı son derece önemlidir, kıymetlidir. Sayın Öcalan’ın ağzından çıkıyorsa bu niyet beyanı bütün bölgesel dinamikleri etkileme gücüne sahiptir. Niyet beyanının pratikleşmesi aşamasında birtakım devreye girmesi gereken mekanizmalar vardı. Bunu bizler de kamuoyuyla paylaştık. Meclis bünyesinde bir Hakikatleri Araştırma ve Yüzleşme Komisyonu kurulması, izleme Heyeti’nin çalışmaya başlaması, Anayasa'ya hakim olan hukukçuların sürecin içine katılması gibi adımlar atılmış olsaydı belki onama aşaması ile ilgili bazı şeyleri konuşacaktık. Ancak bunlar yapılmadığı için Sayın Öcalan’ın yapmayı düşündüğü onama çağrısı ile ilgili hala toplumda birtakım beklentiler var. Hükümet bu beklentileri karşılama noktasında da ortaklaşan bir tutum sergilemiyor. Bunlar süreç açısından sıkıntılı alanlardır. Sayın Öcalan niyet beyanı ile ilgili mevcut durumu Newroz bildirgesinde yeniden ortaya koyabilir. 10 maddenin önemine yeniden vurgu yapabilir. Pratikleşme ile ilgili bazı uyarıları tekrar hatırlatabilir. Bölgesel gelişmeler içerisinde hedeflediği şeyin ne olduğunu çok güçlü vurgularla tekrar kitlelere sunabilir. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde de nasıl bir Türkiye, nasıl bir Ortadoğu tahayyülü olduğunu Sayın Öcalan bu Newroz bildirgesinde ortaya koyabilir ki bizce bu son derece önemlidir. Dolmabahçe’de ortaya koyulan 10 madde ile ilgili olarak Türkiye toplumunda süreç ile ilgili olarak beslenen kaygıların bir çoğu bir kenara bırakıldı. Büyük bir toplumsal rahatlama oldu. Özellikle süreç karşıtlığını 'Kürtler ülkeyi bölüyor' üzerinden formüle eden kesimler, bu metinde böyle bir durum olmadığını gördü. Yine 'Kürtler sadece kendi hakları için pazarlıklar yürütüyorlar, Türkiye’nin geri kalanını AKP hegemonyasına teslim edecekler' diyen kesimler de bunun doğru olmadığını gördüler. Şimdi Sayın Öcalan bunun bir üst aşamasında nasıl bir Türkiye ve nasıl bir Ortadoğu tahayyül ettiğini bildirgede ortaya koyarsa bence bu tüm bölge halkları açısından büyük bir rahatlama meydana getirecektir.

Sözü edilen silah bırakma aşamasına nasıl bir takvimle gelineceğini düşünüyorsunuz?

AKP süreç ile ilgili olarak bütün algıları silahsızlanma üzerine odaklamak istiyor, bu sağlıklı bir yaklaşım değil. Dünya örneklerini de incelediğiniz zaman salt silah meselesinin konuşulduğu bir yerden sağlıklı bir çözüm çıkamayacağı, barış ya da demokratik bir ilerlemenin sağlanamayacağı görülür. Burada özellikle demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi ile ilgili Hükümet önünde hangi planlamaların, hazırlıkların olduğunu ve neler yapacağını kamuoyuna ve halkımıza aktarmak durumundadır diye düşünüyoruz. Meseleyi popülist gündemler yaratarak yönetmek yerine gerçekten barışa hizmet edecek gündemler üzerinden ele almak sağlıklı sonuca götürür.

CHP –  'Silah, pazarlık unsuru olmamalı'

DEVAMI DİĞER SAYFADA

CHP  Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Kürt sorununun çözümünü desteklediklerini ancak hükümetin izlediği yöntemi yanlış bulduklarını belirtiyor. Tanrıkulu ‘ insanların ölmediği bir ortamı çok değerli ve anlamlı bulduğunu ve bu ortamın mutlaka korunması gerektiğini’ söyledi.  Hükümetin Kürtlerin demokratik hak ve taleplerini örgütün silah bırakması şartına bağlamaması gerektiğini belirten Tanrıkulu örgütün de pazarlık konusu yapmadan silahları bırakması gerektiğini ifade etti.'Silahların bırakılmasından memnun oluruz’ diyen Tanrıkulu Dolmabahçe hükümet ve HDP’nin Dolmabahçe’de yaptığı ortak açıklamayı ise somut bulmadıklarını belirtti. .

Çözüm sürecinde gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Size göre ne kadar yol alındı? 

Beni öncelikle insan olarak ilgilendiren mesele, iki yıldır yurttaşlarımızın, asker, genç,korucu, insanlarımızın ölmediği bir ortam. Bu ortamı her şeyden önce çok değerli bulurum. Çok anlamlı bulurum. Bu ortamın mutlaka korunması gerektiğini ifade ettim her ortamda, etmeye de devam ediyorum. Çözüm süreci bakımından en önemli durum budur.

Şunu ifade etmeliyim ki şiddet, silah Kürt meselesinin çözümünde yöntem olmamalıdır. Örgüt herhangi  bir pazarlık konusu olmadan, yani devlet bunu yaparsa ben silah bırakırım, yapmazsa silah bırakmam gibi bir anlayışın dışında kendi kararı ile silahsız hale gelmelidir, ya da silahı yöntem olarak kullanmayacağını açıklamalıdır. Çözüm sürecinden bağımsız olarak, böyle olmalıdır, ben bunu  bir yurttaş bir siyasetçi olarak öteden beri talep ediyorum. Yani Kürtlerin hak ve talepleri silahla, şiddetle elde edilecek talep olmaktan çıkmıştır. 

Bir pazarlık olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Şunu kabul etmiyorum, devlet diyor ki silah bırakırsan ben bu adımları atarım. Örgüt diyor ki, sen önce şu adımları at, ben silahı bırakırım.  Silah, şiddet bir yöntem olarak kullanılmaktan vazgeçilmelidir. Silahı bir yöntem olarak kullanmayacaklarını açıklamalılar, kongrelerini toplarlar mı, toplamazlar mı? Nasıl yapacaklarsa yaparlar.

Nasıl 1977’de kurulmuşsa, silahlı yöntemle başarıya ulaşacaklarını programlarına almışlarsa şimdi de silahtan vazgeçtiklerini kendi kararlarına göre açıklamalılar. Bunu çözüm sürecinden bağımsız olarak yapmalılar. İkinci olarak da devlet Kürtlerin hak ve taleplerinin silaha bağlanmaması lazım. Yani Kürtler silah bırakılmazsa ömür boyu demokratik hak ve taleplerinden yoksun mu bırakılacak? Türkiye demokrasi bakımından eksik mi kalacak?  Bu bakımdan doğru yürüyen bir şey yok. 30 yıldır hep şu söylendi, yumurta tavuk meselesi gibi. Silah bırakırsan bu adımları atarım. Ondan sonra örgütte bu adımları at, ben silahı bırakayım dedi. 

Şimdi hükûmet aynı zihniyette. 25 yıl önceki hükûmetlerden ne farkı var?

Süreçten umudunuz yok mu yani?

 Umudum tabii var, Türkiye halkından umudumuz var, kendimizden umudumuz var. Türkiye halkı da Kürtler de artık örgütten silah ve şiddet kullanmasını istemiyor.

CHP lideri Dolmabahçe açıklamasının ‘şifreli -soyut’ bulduğunu belirtti. CHP’nin gördüğü bu şifre nedir? Neden böyle düşünüyorsunuz?

Şifreden daha öte somut bir hedefi tarif etmeyen, felsefi kavramlarla dolu bir metin, tefsire muhtaç. Dolayısıyla HDPliler bile birinci madde şudur, ikinci madde şudur diye yorumcular çıktı. 10 madde üzerinden tartışma oldu, açıklama ve izaha muhtaç olduğunda herkes hem fikir. O nedenle söyledik, somut bir  hedefi ifade etmiyor.

Öcalan’ın silah bırakma için PKK’ya kongre toplama çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nevruz’da da aynı mesajın verilmesi bekleniyor.

Silahların bırakılmasını tabii ki olumlu değerlendiririz. Ama bakın 2013’te de ne demişti? ‘Artık silahları ebediyete kadar gömeceğiz, artık miadını doldurdu’ dedi. O zaman ben hükümete sorarım,  iki yılda neden silahtan vazgeçecek zemini hazırlamadınız, iki yıldır niye oyalıyorsunuz?  Benim meşru muhatabım hükümet olur. İki yıl önce başlayan bir süreç var, neden bu olmadı? Bu süreçler uzadıkça terse döner. Niye diyeceksiniz? 1999’da örgüt bütün unsurlarıyla geri çekildi, şimdiki gibi değildi. Geri çekilirken travma yaşadı, geri çekilme sırasındaki çatışmalarda beş yüzden fazla militan yaşamını yitirdi. 1999’dan 2004’e kadar hiçbir adım atılmadı Türkiye’de. 2004’de çatışmalar yeniden başladı.

Seçimden önce PKK kongresini toplayıp silah bırakma kararı alır mı? Bu konudaki görüşünüz nedir?

O konuda bir tahminde bulunamam, toplayabilir mi, toplayamaz mı bu konuda bir fikir sahibi değilim.

Nevruz da bu süreçte sembol oldu. Bu Nevruz’da da verilecek mesajlara önem atfediliyor. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan Nevruz’un çözüm sürecinde kilometre taşı olacağını belirterek inşallah silahı demokrasi ateşinde yakacağız” dedi.

 Sizin Nevruz’dan beklentiniz ve bu sözlere ilişkin yorumunuz nedir?

Nevruz’un sadece son dönemde değil tarihimizde de anlamı yüksek olmuştur. Nevruz bir bayramdır, Kürtlerin mitolojisinde de ayrıca bir özgürlük, adalet, eşitlik bayramıdır. Zalim imparator Dehak’a karşı ayaklanmanın simgesel günüdür. Hep anlamlı olmuştur. Travma da olmuştur geçmişte, onlarca insanımızın öldüğü Nevruzlar yaşanmıştır 80’li 90’lı yıllarda. Cizre’nin o travmasını unutmuş değiliz.

O zamandan bu zamana yasaklanan, yok sayılan, ölümlerle geçen Nevruz’dan sonra binlerce, yüz binlerce kişinin toplandığı bir ortama geldik, tabii bu önemlidir. Nevruzun  sadece Diyarbakır’da verilecek mesajlar bakımından değil, tüm Türkiye bakımından, birlikte yaşama ve barış vurgusunun güçlenmesi gerektiğine inanıyorum, ona dönük bir vurgu hepimizi mutlu eder tabii. Kilometre taşı diyebilmek için bilgi sahibi olmam gerekir, ben bu konuda O’nun  kadar bilgi sahibi değilim.

Önümüzde seçim var ve CHP iktidara talip olduğunu söylüyor. CHP iktidar olursa çözüm sürecini nasıl yürütecek? İmralı ve Kandil görüşmeleri devam eder mi?

Biz şu anda iktidar değiliz. Ancak 6  Temmuz tarihinde  terörün sonlandırılması adında Meclis’te bir yasa kabul edildi. Türkiye’nin Kürt meselesini, hükümet başlık olarak da kanun olarak da terörle eş anlamlı hale getirdi. HDP de  buna maalesef evet dedi. Biz 26 Haziran’da bir başka yasa teklifi verdik, toplumsal barışın sağlanması ve ortak akıl heyeti kurulması hakkındaki kanun teklifi.  HDP sözcüleri İçişleri Komisyonu’nda  CHP’nin önerisi çok daha isabetli dediler içerik ve başlık olarak. Bu iki tasarıyı birlikte görüşelim dediler, İçişleri Bakanı ve Komisyon Başkanı reddetti. Çözüm süreci denilen süreç 6 Temmuz’dan sonra bu çerçeve yasayla yürüyor. HDP  başlık ve içerik olarak daha doğru dedi bizim önerimize.  Dolayısıyla CHP’nin yöntemi yok demek doğru değil.

Nedir bu  yöntem?

O yöntem şuydu, Meclis’te  yasayla mutabakat komisyonu kurulmasını, bu komisyona bağlı olarak da ortak akıl heyetinin kurulmasını önermiştik. İsteyen siyasi partilerin katılımıyla, her siyasi parti ikişer üye önerecekti. Komisyon milletvekillerinden oluşacaktı, bir parti üye vermiyorsa onun yeri boş kalacaktı. Ayrıca her siyasi parti üçer kişilik ortak akıl heyeti önerecekti. Bugün izleme heyeti diyorlar ya,  biz bunu yasa ile önermişiz, ortak akıl heyeti bunu yapacaktı zaten. 

Bu modelde  İmralı ve Kandil görüşmeleri olacak mı?

Şöyle bir şey. Bakın yasanın kendisinde şu var, Meclis’teki komisyonun çerçevesini çizdiği her görevi yapar, gider, görüşür dedik. Biz muğlak kavramlarla değil yasa ile önerdik. Gider, görüşür, Meclis’e bilgi verir, komisyona bilgi verir, Meclis’i bilgilendirir.  Eğer yasama organının yapacağı bir iş varsa yasama organı yapar, hükümetin yapacağı bir iş varsa hükümete önerir.

Hükümet  ise  Meclis’i dışarda bırakan bir yöntem önerdi. Bizim yöntemimiz Meclis odaklı, geniş katmanlara yayılacak yöntem olur. Şu an kurulacak olan izleme kurulu değil, Meclis’te siyasi partilerin önereceği bir heyet kurardık, o her görüşmeyi yapardı, izlerdi.  Gerçekten silah bırakılıyor mu? Silah bırakmanın önündeki engeller neler, samimiyet var mı? Yok mu? Bunlara bakardı.

MHP – "Önce özerklik sonra toprak talebi"

DEVAMI DİĞER SAYFADA

Nevruz ile birlikte çözüm sürecinin en keskin virajlarından biri daha dönülmüş olacak. 2013 yılında Abdullah Öcalan’ın mesajı ile başlayan süreçte, Dolmabahçe açıklamasının da etkisiyle 2015 yılı Nevruz’un da ayrı bir anlamı var. 21 Mart günü Diyarbakır Nevruz için toplanırken Ankara'da parti kongresini toplayacak olan Milliyetçi Hareket Partisi, Dolmabahçe açıklamasını Sevr anlaşmasına benzetiyor. Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, sürecin problemin çözümünden çok bölünmeye doğru gittiği görüşünde. PKK’nın silah bırakma ihtimali olmadığını söyleyen Yalçın, örgütün bir süre sonra özerklik ilan edeceğini sonra da sıranın bağımsızlığa geleceğini söyledi. Semih Yalçın örnek olarak ise Yunanistan’ın bağımsızlık ilanını gösterdi.

3 yıldır Nevruz tarihi ayrı bir anlam taşıyor. Çözüm süreci açısından anlamlı adımların atıldığı bu tarih sizce bu yıl ne ifade ediyor?

Bu yeni bir başlangıç veya sürecin tazelenmesi değil bizce. Milliyetçi Hareket Partisi bu son gelişmeyi 2009’dan itibaren başlatılan bir sürecin çok önemli bir halkası olarak görmüyor. Temel sebebi şu hatırlarsanız 2 sene evvel, 2013’ün 21 Mart’ında da aynı söylemlerle terörist başı ortaya çıkmış, bir şeyler vaat etmiş, arkasından da kendi örgütüne ne yapması gerektiğini söylemişti. Fakat bu 2 yıllık süreç içerisinde tartışılan, ifade edilen, söz verilen hiçbir şey gerçekleşmedi. Biz çözüm sürecine tamamen karşı olduğumuz için o tarihte de bu yorumu yapmıştık. “Sözde çözüm süreci PKK meselesini bitirmez, PKK silah bırakmaz” demiştik.

PKK silah bırakmaz derken, 1978 yılında kurulurken Marksist Leninist bir Kürdistan hayaliyle kurulmuş bir terör örgütüdür. Bir terör örgütü bu amaca ulaşmadan silah bırakmaz. Bunun ispatı da 2013’teki süreçte tam tersi gelişmeler oldu. PKK silah bırakmadı, yurtdışına çekilmedi, silahsızlanması gerekirken lojistik destek aldı, daha da palazlandı. 15 ilde kendisine müdahale edilemeyen bir alan oluştu.  O alan içinde kendi vergisini, kendi yol kontrolünü sağladı. Çözüm süreci problemin halline doğru gitmiyor. 78’deki yeminlere sadık kalarak bölünmeye doğru gidiyor. Özerkliğin arkasından toprak talebine doğru gidiyor.

Dolmabahçe açıklamasını nereye koyuyorsunuz bu görüşünüz kapsamında?

Dolmabahçe bizim tezlerimizi doğru kılıyor maalesef. Biz Dolmabahçe açıklamasını Sevr’deki o Tevfik Paşa, Hadi Paşa’nın olduğu 3 şahsın imza atmasına benzetiyoruz. Orada da üç tane Hükümet görevlisi vardı, Grup Başkanvekili ile birlikte. İmralı’nın üç temsilcisi ile birlikte bir mutabakat metni imzaladılar.

Metni incelediğinizde özellikle son üç maddede gizli bir Kürdistan’ın tesisini istediklerini çok net görebiliyorsunuz. Dokuzuncu maddedeki Anayasa yenileme talebi şu ülkenin üniter yapısının değiştirilmesidir. Hükümet biçimini, rejim biçimini değiştirmektir. Erdoğan başkanlık sistemini isterken sadece kendi saltanatı için istemiyor. PKK’ya vaat ettiği süreçte de başkanlık meselesi kolaylık sağlıyor. Bu Anayasa değişikliği ile birlikte PKK’nın da Erdoğan’ın da işine gelecek. Çünkü bölünme kolaylaşacak. Eyaletlere doğru gidiş hızlanacak. Eyaletlere doğru gidiş özerklik çağrısını getirir. İşte Suriye’de kantonları ilan ettiler. Kuzey Irak’ta kendi başına hareket eden, Bağdat’a hiç itibar etmeyen bir oluşum var. Türkiye’de de 15 ilde bu oluşumu oluşturdular, tahtalarını döşüyorlar. Dolmabahçe görüşmeleri bu döşeme, bu anlaşma.

Nasıl bir vadede bunun hayata geçirileceğini düşünüyorsunuz?

Bu hemen olmaz. Mesela 30 Mart seçimleri öncesinde yerel yönetimlerle ilgili bir takım düzenlemeler yapıldı ya. Bununla bir adım atıldı. Bunun arkasını biraz da deşelediğiniz, Anayasa’da da biraz yumuşattığınız takdirde bölgedeki o 15 il önce özerklik derler. Sonra federasyon derler. Ardından da bağımsızlık mutlaka gelir. Örnek Osmanlı tarihini okuyun. Yunanistan nasıl bağımsızlığını elde etti? Mora nasıl ayaklandı? Masum talepler, masum gösterilen halk hareketleri sonrasında bu gerçekleşti. İşte biz de şimdi aynısını yaşıyoruz.

Dolmabahçe’de Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı da okundu. Bundan sonra silah bırakmanın gerçeğe dönüşebileceğini düşünüyor musunuz?

Fark edilemeyen bir şey var, silahı bırakan PKK değil. Bu Nevruz’da aynı şey de söylense biz PKK’nın silahı bırakacağına inanmıyoruz. 30 yıllık tarihlerinde bu somut olarak görünüyor. Gerçekte silahı bırakan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. PKK bırakıyorum derken silah Türkiye Cumhuriyeti Devletine bıraktırılmıştır. Biz sürece topyekün karşı olduğumuz için sizin arzu ettiğiniz yorumlara girmek istemiyoruz. MHP başlangıçtan bu yana terör örgütü olarak görüyor. Güneydoğu insanını, Kürt kökenli vatandaşlarımızla terör örgütü mensuplarını ayırıyor MHP. O vatandaşların terör örgütü baskısından kurtarılması lazım diyor MHP. Bu iktidarın kararlılığına bağlı. Bu ayrım yapılmadığı için terör örgütüne teslim olmuş bir iktidar var ortada. Bu süreç de o. Şu anda seçim ortamında bir yumuşama oluşturdular. Mümkünse seçim ortamında kan akmasın şehit gelmesin istiyorlar.

Kaynak : DHA, AA, İHA, CHA, BBC Türkçe, AL Jazeera

HABERE YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler