Türkiye'yi dünyaya anlatan dergi
Bugünün bilgileriyle Mustafa Kemal’in Türkiyesi“Kemalist Türkiye”nin serüvenine, Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasındaki Türkiye’nin serüveni gözüyle de bakılabilir.Bu dönemin özellikleri, bizzat bu dönemi şekillendirmiş insanların kalemlerinden izle
Bugünün bilgileriyle Mustafa Kemal’in Türkiyesi
“Kemalist Türkiye”nin serüvenine, Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasındaki Türkiye’nin serüveni gözüyle de bakılabilir.
Bu dönemin özellikleri, bizzat bu dönemi şekillendirmiş insanların kalemlerinden izlendiğinde, ilginç sonuçlar ortaya çıkacaktır.
İşte, 1934’ten 1948’e kadar, dönemin Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından, o yılların evrensel diliyle, Fransızca olarak yayımlanan “La Turquie Kemaliste / Kemalist Türkiye” dergileri de, Kemalist rejimin; tarımdan şehirciliğe, ulaşımdan madenciliğe, eğitimden güzel
sanatlara, her alandaki hamlelerini ortaya koyar. Ama bu yayının sayfalarındaki makalelere, yarım asırdan fazla bir zaman diliminin ardından ve günümüz uzmanları gözüyle bakabilmek, yani bugünün bilgileriyle “Kemalist Türkiye”yi mesafeli bir biçimde değerlendirmek, daha da ilginç sonuçlar ortaya koyacaktır.
İşte bu da, kısa bir süre önce Boyut Yayınları arasında yer alan, “Bugünün Bilgileri ile Kemal’in Türkiyesi - La Turquie Kamâliste” adlı kitabın öyküsüdür.
Türkiye’de, değişik dönemlerin farklı koşulları altında, “Kemalizm” sözcüğüne farklı anlamlar yüklenmiştir. Bugün de, daha yaygın bir biçimde, “Atatürkçülük” olarak tanımlanan “Kemalizm” kavramı, aslında “Kuvvayı Milliye” yıllarının mirasıdır.
Kurtuluş Savaşı döneminde, İngiliz istihbarat raporlarından Lord Curzon’un yazışmalarına ya da Başbakan Lloyd George’un İngiliz Parlamentosu’nda yaptığı konuşmalara kadar, Türklerden hep “Kemalistler” diye söz edilir.
Kastedilen, Ankara Hükümeti, milli güçler ve Mustafa Kemal’in önderliğindeki siyasi harekettir. Daha sonraları Anglosakson dünyanın siyaset bilimcileri, dönemin ‘Yeni Türkiye’sine ilgi duyan Avrupalı yazarlar hep ‘Kemalist Türkiye’den söz ederler.
Uluslararası kamuoyu, Osmanlı sonrası Türkiye’yi tarif etmek için, ülke adının önüne hep bu sıfatı ekler. Yeni ülke, “La Turquie Kemaliste” (Kemalist Türkiye) ya da “Kemal’in Türkiyesi” diye anılacaktır.
İşte bu çerçevede, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat Umum Müdürlüğü, 1934’te yayınına başladığı uluslararası tanıtım ve propaganda dergisinin adını da, “La Turquie Kemaliste” (Kemalist Türkiye ) koyacaktır...
Derginin kapakları tarandığında ise, “La Turquie Kemaliste” adıyla başlanan yayının altıncı sayıdan yirminci sayıya “La Turquie Kamâliste” biçimini aldığı; Aralık 1937 tarihli 21-22’nci sayıdan başlayarak, yeniden “La Turquie Kemaliste”e dönüldüğü ve Mart 1948 tarihli kırk dokuzuncu sayı dahil “La Turquie Kemaliste” adının muhafaza edildiği görülür.
Yani toplamı 38 sayıdan oluşan dergi külliyatının Haziran 1935’ten Aralık 1937’ye kadar süren iki buçuk yıl boyunca, 14 sayısı “La Turquie Kamâliste” adıyla yayımlanmıştır.
Ne olmuştur da, döneminin dünya kamuoyuna seslenen böylesi bir yayının adıyla oynanmıştır?
Kemal, Kamâl meselesi
Bu dönem, Türkiye’de “Dil Devrimi”nin en ateşli dönemidir ve bu nedenle, “Kamâliste” sözcüğü de, birçok yayında olduğu gibi, bir süre “La Turquie Kemaliste”in kapağında da hükmünü sürdürür.
Mustafa Kemal Atatürk 1935 yılında, “Dil Bayramı” vesilesiyle yayımladığı telgrafta imzasını “Mustafa Kamâl” olarak atar.
Dilde özleştirmenin, Öz Türkçe çabalarının bu en yoğun döneminde, Yusuf Ziya Özer ve Naim Hazım Ülkü Onat, “Kemal adının Arapçadan gelme olduğunu ve Türkçe karşılığının ‘Kamâl’ olması gerektiğini” savunarak, Atatürk’ü ikna etmişlerdir.
Naim Hazım Ülkü Onat (1889-1953), “Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal”e “Atatürk” soyadının verilmesini teklif eden önemli bir dilcidir. Yusuf Ziya Özer (1870-1947) ise, Türk Dil Kurultayı çalışmalarına katılan hukuk kökenli bir bilim insanıdır.
Bir “düşünce sistemi” olarak da, Kemalizm, yine “Kamâlizm” versiyonuyla ilk kez, Cumhuriyet Halk Partisi’nin1935’te, 9-16 Mayıs tarihleri arasında toplanan Dördüncü Kurultay’ında karşımıza çıkar.
Bu kurultayda kabul edilen “1935 Programı”nın giriş bölümünde, “Altı Ok” ilkeleri ayrıntılı bir biçimde ele alındıktan sonra, “Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kemalizm prensipleridir” denilecek ve “Kemalizm” kavramı, Mustafa Kemal Atatürk’ün de katıldığı bu kurultayda, ilk kez resmi olarak tanımlanacaktı...
Sonra aradan yıllar geçecek ve Haziran 1943’teki Altıncı Büyük Kurultay’da Cumhuriyet Halk Partisi, “Kemalizm prensipleri...” kavramını programdan çıkaracaktır.
Ama neyse ki, bu kez, Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun ömürlü propaganda ve tanıtım yayını “La Turquie Kemaliste” dergisinin adı değişmeyecektir!
En uzun ömürlü tanıtım yayını
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “en uzun ömürlü” olduğu kadar, “en kapsamlı” da diyebileceğimiz bu tanıtım yayını aslında, iki dünya savaşı arasındaki Türkiye’yi Batılılara anlatmayı hedefler. Bu uzun soluklu yayının sayfaları arasında, bugünün bilgileriyle dolaşıldığında, Türkiye’nin iki savaş arasındaki dönemine ilişkin ilginç sonuçlar ortaya çıkar.
-1934’ten 1948’e uzanan ve o yılların Cumhuriyet Türkiyesi’nin yaşına göre, epey uzun sayılabilecek bir zaman diliminde, o dönemin evrensel diliyle, Fransızca olarak yayımlanan “La Turquie Kemaliste” dergisi, çok zengin bir yazar yelpazesiyle uluslararası okurlarına seslenir.
Öyle ki, Falih Rıfkı Atay, Burhan Belge, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi “demirbaş” yayın kadrosunun ötesinde, La Turquie Kemaliste’in makaleleri; Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kurucu rektörü Ord. Prof. Dr. Friedrich Falke’den Necip Fazıl Kısakürek’e, Dolmabahçe’deki İnönü Stadı’nın mimarı Paolo Vietti-Violi’den, Türkiye’de ilk haşere ilacı fabrikasının kuruluşunu sağlayan ziraatçı Nihat İyriboz’a, çok farklı alanlardan yerli ve yabancı imzalar taşır.
Bu yabancı isimler arasında, Atatürk’ün 1933’deki “Üniversite Reformu” sürecinde Türkiye’ye yerleşmiş ve çoğu Hitler Almanyasından kaçan mülteci bilim insanları dışında, farklı şahsiyet de yer alır. “Ankara” adlı kitabın yazarı Avusturyalı diplomat Norbert von Bischoff, uluslararası pazar ekonomileri uzmanı Fransız tüccar Charles Gruére, Pierre Devambez ya da Albert Gabriel gibi mimar ve arkeologlar, Amerika Bizans Enstitüsü’nün (1930) kurucu başkanı Prof. Thomas Wittemore bu kişiler arasındadır...
Söz konusu bu yabancılar aslında Türkiye’ye dışarıdan değil içeriden bakan insanlardır. Az ya da çok, Türkiye’de yaşamışlar ve genç Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş dönemi çabalarının içinde, bir şekilde yer almışlardır.
Yerli imzalara gelince; iki farklı kuşaktan isimlerle karşılaştığımızı görürüz. Derginin kurucusu Vedat Nedim Tör ve onun yakın çevresinde yer alan Burhan Belge, Falih Rıfkı Atay gibi, Cumhuriyet rejimini savunan ve hatta Milli Mücadele günlerinden beri Mustafa Kemal’in yanından saf tutan aydınlar.
Bir de Osmanlı’nın son yıllarında yetişmiş ama Kemalist rejimi savunan, Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluş hamlelerine omuz veren “eski kuşak” aydınlar...
Cumhuriyetin ‘dünya turu’
Genç Cumhuriyet rejiminin onuncu yılı, sınırları Lozan Antlaşması ile çizilmiş ‘Yeni Türkiye’nin hemen her köşesinde, devletin yoğun çabalarıyla kutlanmış, Anadolu insanının bir “ulus” oluşturma çabası, “yedi düvele” gösterilmek istenmişti.
Çünkü uluslararası düzeyde Türkiye, 1930’ların dünyasında, belirli bir yalnızlığa itilmiş durumdaydı. Ayrıca bazı Avrupa devletleri, sistematik bir dezenformasyon politikasıyla, kendi kamuoyları üzerinde farklı bir Türkiye imajı yaratmak istiyorlardı.
Bu imaj, Atatürk Türkiyesinin Sovyetler Birliği ile ilişkileri konusunda, gerçeği tam olarak yansıtmayan bir “sıkı fıkılık” havasının varlığını ispatlama peşindeydi.
Bunun da ötesinde, 1930’ların dünyasında, Avrupa ufuklarında, İtalya ve Almanya’da beliren siyasi buhran kıpırtıları, Türkiye’yi de uluslararası ilişkilerini gözden geçirme noktasına getiriyordu. İşte bu çerçevede, Haziran 1934’te, komşu ülke İran’ın lideri Şehinşah Rıza Pehlevi’nin uzun Türkiye ziyareti ve Eylül 1936’da Türk-İngiliz ilişkilerinin yeni bir döneme girmesi, Cumhuriyet yöneticilerinin çabalarıyla gerçekleşen önemli gelişmelerdi.
Özellikle büyük Britanya Kralı VIII. Edward’ın, Atatürk’ün daveti üzerine Eylül 1936’daki İstanbul ziyareti, “tarihî bir barışma” olarak, büyük bir simgesel öneme sahipti.
Artık Birinci Dünya Savaşı ve sonuçları çok geride kalmış, İkinci Dünya Savaşı’nın rüzgârları kendini hissettirir olmuştu.
Böylesi bir uluslararası konjonktür, on yıl önce yeni bir rejimin ilk temel taşlarını oturtmaya başlamış Genç Cumhuriyet yöneticilerinin, kendilerini dünyaya anlatmalarını gerektiriyordu: “La Turquie Kemaliste“ (Kemalist Türkiye) dergisi, bu ihtiyacın bir sonucu olarak ortaya çıktı.
‘Kemalist Türkiye’ dergisi tanıtım sayılarında İzmir Fuarı ve Sümerbank’a yer vererek iki dünya savaşı arasındaki Türkiye’yi Batılılara anlatmayı hedefledi.