Gençlerbirliği'nin yıldızının Trabzon sevgisi
Gençlerbirliği’nin yıldız oyuncusu Aykut Demir kendi kulübü sitesine vermiş olduğu röportajda Trabzon’u anlattı.Nasıl bir ailede yetiştin mesela? Ailede futbolcu var mıydı? Ya da, “Gene ayakkabılarını paralamışsın, oynama şu mereti” diyen oldu mu evden?B
Gençlerbirliği’nin yıldız oyuncusu Aykut Demir kendi kulübü sitesine vermiş olduğu röportajda Trabzon’u anlattı.
Nasıl bir ailede yetiştin mesela? Ailede futbolcu var mıydı? Ya da, “Gene ayakkabılarını paralamışsın, oynama şu mereti” diyen oldu mu evden?
Biz gurbetçiyiz, Hollanda’da doğdum büyüdüm ben. Annem babam da Trabzonludur. ama işte, bütün gurbetçiler gibi işçi olmak için gurbete çıkmış insanlar. Babam kaleciymiş Trabzon’dayken. Amcalarım da kaleciydi hep. Futbol hep etrafımızdaydı. Yani aileden aldığım inanılmaz bir destek var. Payları büyük futbolcu olmamda. Annem anlatır, küçükken bana top aldılar mı, ben topla yatarmışım. Bir de Hollanda’da, biraz erken başlıyor bu işler buraya kıyasla. Benim abim de, 87’lidir, benden bir yaş büyük. O beş yaşında başlamıştı futbol okuluna. Ben ağlamışım, abimi yazdırdınız beni niye yazdırmıyorsunuz diye. Beni de dört yaşında yazdırmak zorunda kalmışlar o yüzden. Hollanda’da amatör bir takımdı. Oradan da 11 yaşında Nac Breda altyapısına girdim. 17 yaşında gelince de Nac Breda’da profesyonel oldum.
Peki, ben şunu merak ediyorum. Mahalle maçlarında bile “Allahını seven defansa gelsin,” diye bağırılır. O kadar kaçınılan bir şeydir, herkes gol atmak ister. Sen niye defansçı oldun?
Doğru söylüyorsun, hakikaten de öyledir. Ama ben eskiden beri hiç hatırlamam ileride oynadığımı. Hep kesici olurdum. Arkada, kalenin önünde, derdim ki, “Tamam, buraları bana emanet, siz devam edin.” Çocukluğumdan beri severim defansı ben.
Türkiye’yle bağınız nasıldı Hollanda’dayken? Gelip gider miydiniz?
Tabii tabii, bizim bağımız hep kuvvetliydi memleketle. Her yaz gelir giderdik. İstanbul’a ya da Trabzon’a kesinlikle uğrardık. Bir de, biz o konuda biraz milliyetçiyizdir. Hollanda’da da yaşasak evde hep Türkçe konuşuruz. Özümüzü anne ve babamız bize hep aşılamıştır yani. Korumuşuzdur onu.
Dört sezondur Türkiye’desin tam zamanlı olarak, hiçbir şeyi garipsemedin mi buradaki hayatında yani?
Aslında ben de Hollanda’da oynarken Türkiye’ye bu kadar erken geleceğimi bilmiyordum. Planlarımda yoktu açıkçası. Yani, ileride diyordum, Türkiye’ye giderim. Hedeflerim arasında vardı ama orada biraz daha başarılı olayım, kendimi iyice ispatlayayım diyordum. 19 yaşımda Türkiye’ye transferim gerçekleşti. Yine de, uyumla ilgili hiçbir sıkıntı yaşamadım geldikten sonra. Evde de hep Türkçe konuştuğumuz için dille ilgili de bir sorunum olmadı, kolayca adapte olabildim.
Hollanda’daki futbol mantığıyla Türkiye’deki futbol arasında şüphesiz büyük farklar var. Sen geldiğinde burada en çok gözüne çarpan, en çok tuhafına giden fark neydi mesela? Devamı sayfa 2'de
Dediğim gibi, ben futbolun altyapı zamanlarını orada geçirip buraya profesyonel olarak geldiğim için o kısımları biraz atlamış oldum. Burada doğup büyüseydim belki de farkı daha iyi anlardım. Ya da bir kısmında orada olsaydım daha iyi karşılaştırabilirdim ama…
Profesyonel futbolcu olarak en çok dikkatini çeken ne oldu peki?
Çok büyük fark var tabii. Onlar mesela, bu işe çok daha profesyonelce bakıyorlar. Bakıyorsun, adam 35 yaşına gelmiş, profesyonel futbol hayatının sonuna gelmiş ama salondan çıkmıyor mesela. Diyor ki, bu benim işim, kendimi hep zinde tutmak zorundayım, geliştirmek zorundayım. Bizim insanımız biraz daha rahat, tembel mi diyeyim artık. Orada bunu iş olarak gören insanlar daha çalışkan ve azimliler. Bence bu çok önemli. Futbol açısından da baktığında, altyapıdan başlayan bir eğitim olduğu için, kademe kademe futbolcu oluyorlar orada. Yaptığımız idmanların disiplini bile başkaydı orada, çocukken. Şimdi bizim burada hocamızın Hollanda geçmişi olduğu için, benim için çok yakın bir futbol anlayışı var. Ama bakıyorsun, mesela orada edinilen bir alışkanlığı vermeye çalışıyor hoca. Bizimkilere tuhaf geliyor. Halbuki biz onu daha orada 10 yaşındayken öğrenmişiz. O açıdan çok büyük farklar var diyebilirim. Saydıkça çoğalır. Burada biraz daha, her anlamda, profesyonelleşmeyi öğrenmek lazım.
Buradaki futbolu oraya kıyasla daha hırçın buluyor musun?
Tabii. Ben biraz şöyle düşünüyorum. Orada futbol sistemi ve mantığı çok küçük yaşlardan itibaren veriliyor. Ama burada, futbol eğitimiyle ilgili çok temel bilgiler bile eksik kalabildiğinden bu açığı kapatmak için mücadeleye ve kondisyona, güce yüklenme oluyor. Tabii ki onlar olmadan da futbol olmuyor ama futbol aslında çok basittir. Oynamayı iyi öğrendikten sonra basittir yani. Ama bizde altyapı eğitimi daha tam oturmadığı için bu tür sıkıntılar yaşanabiliyor. Biz Brüksel’e kampa gittik mesela sezon öncesinde. Bizim antrenman yaptığımız sahanın yanındaki sahada, Genk’in ufacık çocukları da antrenman yapıyorlardı. Biz idmana başladık, bitirdik. O kadar zaman boyunca o çocuklar hep ayakiçi pas çalıştılar. Bizde çocukları çalıştıramazsın öyle, sıkılırlar. Ama böyle böyle oluyor. Hollanda’nın İstanbul kadar nüfusu var baktığın zaman. Ama bak bütün büyük takımlara liglere, hepsinde, hoca olsun, futbolcu olsun bir sürü Hollandalı var. Bunu bir düşünmek lazım. Bu kadar az bir potansiyelle bu kadar büyük başarı kazanıyorlar. Türkiye’de de çok yüksek potansiyel var, bunu görüyorum, inanıyorum. Ama burada metotta problem var.
Türkiye’ye gelmek hedeflerim arasında vardı demiştin ya başta, onu sormak istiyorum. Sözleşmesi devam eden bir futbolcu olduğun için takım sormayacağım ama aklında “Ben bu hocayla çalışmayı isterdim,” diyebileceğin bir hoca var mıydı? Devamı sayfa 3'de
Yok, ben öyle bir futbolcu da değilimdir zaten. Türkiye ligini takip ediyordum tabii ki. Ama bende, “Ben bu hocanın tarzını beğenmem, aman şu hocanın tekniği tam bana göre,” gibi şeyler yoktur. O konuda gayet profesyonel düşünürüm. Nereye koyarlarsa, hangi hocayı getirirlerse oynarım ben.
Hani iş görüşmelerinde adaya, “Beş yıl sonra kendinizi nerde görüyorsunuz,” diye sorarlar ya hani, ben de sana sorayım, sen kendini nerde görüyorsun üç yıl, beş yıl sonra?
Şöyle söyleyeyim, benim hedefimde eskiden beri hep İngiltere, Premier Lig vardı. Umarım o zamana kadar orda olurum. Benim için orası futbolun tavanı, en üst düzeyi. Genç yaşta zaten zor oraya gitmek. Olağanüstü yetenek sahibi olman lazım ki seni genç yaşta oraya çağırsınlar. Bir de tabii defans oyuncusu zamanla kıvamını buluyor. Mesela Alpay Özalan, Beşiktaş’ta ve Milli Takımda iyice kariyer sahibi olduktan sonra gitti oraya ve başarılı da oldu. İnşallah ben de oralarda olurum onun yaşlarında.
Stoper takımın selameti açısından çok önemli bir karakter. Hep duyuyoruz, falanca maçı stoper hatası yüzünden verdik ya da stoper çelikten duvar ördü, rakip defansı aşamadı diye. Senin için burada ya da yurtdışında “Stoper budur,” dediğin adamlar var mı?
Aynı örneği vereyim, eskiden Alpay’ı çok beğenirdim. Ama Türkiye’ye profesyonel olarak geldiğinde konuya öyle bakamıyorsun işte. Adamla çıkıp aynı sahada top oynuyorsun, acaba bu iyi stoper mi, kötü stoper mi diye düşünemiyorsun. Orada bir mücadele var. Ama Türkiye’den Alpay benim için önemlidir. Çocukken, altyapıdayken çok severek izlerdim. Yurtdışında da Berlin Duvarı Fabio Cannavaro’yu John Terry’yi çok beğenirdim.
Sana neden Komando Aykut diyorlar?
Ooo.. (gülüyor) İyi soru. Ben Hollanda’dan U-17, U-18’e, Milli Takım’a çağırılırdım. O zamanlar, Ümit Milli’de Orhan Şam’la birlikte oynardık. Benim mücadeleciliğim, disiplinim, sonuna kadar pes etmeyen inatçılığım falan onun dikkatini çekmişti, azıcık da milliyetçi tarafıma gönderme yapıp bana Komando derdi o zaman. Sonra ben Türkiye’ye geldim, Orhan da o zaman Gençlerbirliği’ndeydi, ondan sonra adım Komando kaldı işte.
Bir de ben şunu sormadan edemeyeceğim. Sen çok acayip agresif görünüyorsun, hani, bu adama bulaşılmaz gibisinden. Seni arkadaşlarına sorsam onlar da, “Aykut biraz sinirlidir, terstir, biz ona pek bulaşmayız,” derler mi? Agresif bir adam mısın sen?
Ben buna çok şahit oldum. Dıştan bakan öyle görüyor beni. Yahu bu nasıl bir tiptir arkadaş, gibisinden. Ama inan bana, bunu inanılmaz şekilde defalarca yaşadım, bir iki muhabbet ediyoruz. Ondan sonra şaşırıyorlar, “Yahu Aykut, biz peşin hüküm vermişiz, sen hiç de öyle bir adam değilmişsin,” diyorlar. Yürüyüşün, tavrın, duruşun falan dışarıdan bazen itici bile duruyor hatta, diyenler oluyor. Ama tanıdıktan sonra fikirleri değişiyor. Tabii sahada, işim gereği, daha ciddi oluyorum. İlla ki gülüyoruz, eğleniyoruz da, kaynaşıyoruz da. Ama yapı olarak da çok girişken, şakacı, takımın maskotu bir adam olamıyorum. Yine de o kadar maço değilim yani.
Peki, taraftarıyla, tribünüyle, kültürüyle falan, Gençlerbirliği hani biraz daha sakin biraz daha başka kafada kulüp profili çizyor ya, bunu herkes de kabul eder sanırım, sen burda olmayı nasıl değerlendiriyorsun?
Gençlerbirliği, özellikle de yurtdışından Türkiye’ye gelmiş bir gurbetçi futbolcu için çok büyük şans, üst düzey bir kulüp. Çünkü yurtdışı mantığına yakın, uygun bir kulüp. Futbolcu üzerinde taraftar baskısı kurmamaktan tut da, paraların zamanında yatırılmasına kadar Avrupa’daki profesyonelliğe çok yakın bir yer. Bunları genelde, başka kulüplerde oynayan arkadaşlardan duyuyoruz. Bu sıkıntılar yaşanıyor. Tabii taraftarı da çok önemli. Genele bakıldığında az sayılabilecek bir taraftarı var gibi görünse de sadıktır, iyidir, küfür etmez… On numara, örnek alınacak şeyler bunlar. Elbette ekonomik olarak da taraftar olarak da daha geniş kulüpler de var. Ama özellikle gurbetçi gençlere Türkiye’ye geldiklerinde Gençlerbirliği’nde pişme imkanları varsa bunu değerlendirmelerini öneririm. Aslında bunları Gençlerbirliği’nde oynama şansı yakalayamamış futbolculara sorup, onlara anlattırmak lazım.
Son olarak Ankara’yı konuşalım. Alıştın mı burada yaşamaya, seviyor musun? Temelli Türkiye’de yaşayacak olsan Ankara’da yaşar mıydın?
Ankara, günden güne gelişen çok güzel bir büyükşehir. Tabii Trabzon’u da memleket olarak bir tarafa ayırıyorum ama (gülüyor), Ankara, gerçekten de, trafiğinden düzenliliğine kadar çok yaşanası bir şehir. Her yönden beğendiğim, benimsediğim bir yer oldu Ankara.