Kendime değil takıma oynarım!
Bu sezon başında geldiği Trabzonspor'da takımın hem beyni hem de ruhu gibi oynuyor.Büyük tecrübesiyle takımını çekip çeviren Didier Zokora, sahadaki canhıraş mücadelesini küçük yaşlarda edindiği bir futbol ilkesine bağlıyor.Trabzonspor'un sezon öncesi Sev
Bu sezon başında geldiği Trabzonspor'da takımın hem beyni hem de ruhu gibi oynuyor.
Büyük tecrübesiyle takımını çekip çeviren Didier Zokora, sahadaki canhıraş mücadelesini küçük yaşlarda edindiği bir futbol ilkesine bağlıyor.
Trabzonspor'un sezon öncesi Sevilla'dan transfer ettiği Didier Zokora, TFF'nin Tam Saha Dergisi'ne röportaj verdi.
-Çok deneyimli bir futbolcusun. Kariyerinde başarılı bir Premier Lig ve La Liga deneyimleri var. Bu anlamda Trabzonspor'un bu sezonki en tecrübeli oyuncusu olacaksın hiç kuşkusuz. Deneyimlerini takıma nasıl aktarma düşüncesindesin?
"Benim düşünce yapıma göre geçmişte ne yaşamış olursanız olun, bunları genç insanlara aktarabilmeniz için onlarla iyi bir iletişim kurmanız gerekir. Onları dinlemeniz, saygı göstermeniz gerekir ki onlar da sizin geçmiş deneyimlerinize saygı göstersin. Ben İngiltere'de, İspanya'da forma giydim, uluslararası çok iyi deneyimler yaşadım. Ama buraya yeni bir oyuncu olarak geldim.
Ve burada saygı göstermem gereken bir oyuncu grubu var. Onlara deneyimlerimi anlatabilmem için önce onları anlayıp saygı göstermem gerekiyor. Onların da beni iyi anladıklarını düşünüyorum. Takım içinde herkes İngilizce konuşmasa da çalışanların da yardımıyla iyi bir iletişim oluşturuyoruz.
Gerek oyuncular, gerekse diğer personel bu konuda oldukça yardımcı oluyor. İnsanlar arasındaki saygı kültürü oluşunca, deneyimlerinizi ve geçmişte yaşadıklarınızı karşınızdakine anlatmak kolay oluyor."
-Kariyerinde en mutlu olduğun takım hangisiydi?
"Kariyerim boyunca Gent'le Belçika Ligi şampiyonluğunu yaşadım, İngiltere'de Tottenham'la Carling Cup'u, İspanya'da Sevilla ile Kral Kupası'nı kazandım, 2006 Dünya Kupası'nda Fildişi formasını giydim.
Orada Almanya, Arjantin ve Hollanda ile tarihi maçlar oynama şerefine eriştim. Ama şunu söylemeliyim ki, kariyerimde en mutlu olduğum yıllar Afrika'daki altyapı yıllarımdı. 8 sene boyunca Toure kardeşler, Kalou, Eboue ve Boka ile bir yaşamı paylaştık. Unutulmaz bir gelişim kaydettik. Futbola ve hayata dair ne varsa, bütün temellerimizi orada öğrendik. Benim için en unutulmaz ve mutlu günler hayatım boyunca o günler olarak kalacak."
-Kariyerinin en unutamadığın sezonu ne zaman ve hangi takımlaydı?
"Kariyerimde en unutamadığım sezon Fransa'da St. Etienne'le geçirdiğim ilk sezondu. Çünkü Belçika'da kendimi gösterdikten sonra hayal ettiğim lige, Fransa'ya geçmiştim. Çok iyi bir ilk sezon geçirdim ve Avrupa'da çok daha tanınır bir oyuncu haline geldim."
-Avrupa'da dört farklı ligde oynadın bugüne kadar. Şimdi ise Süper Lig'desin. Sana göre oynadığın en zor lig hangisiydi?
"Oynadığım ligler içinde en zoru şüphesiz Premier Lig'di. İngiltere Ligi olumlu anlamda çok agresif bir lig. Saha içinde, saha dışında oyuncuyu tüm halleriyle teşvik eden zorlayıcı bir lig. Çok yoğun bir takvimde maç oynuyorsunuz ve her maçta mutlaka hazır olmanız gerekiyor. Çok yüksek fiziksel performans talep eden bir lig. En çok zorlandığım lig Premier Lig'di."
Devamı sayfa 2'de...
-Daha önceden Süper Lig'i ve Trabzonspor'u takip ediyor muydun? Bu ligden tanıdığın ve beğendiğin oyuncular var mıydı?
Türkiye Ligi'ni takip ediyorum. Tottenham'da oynarken Beşiktaş'la İstanbul'da karşılaşmış ve 3-0 kazanmıştık. Türkiye'deki futbol atmosferini çok iyi biliyordum. Taraftarların ne kadar fanatik olduğunun ve futbolun toplum içinde teşkil ettiği yerin farkındaydım.
Kader Keita, Yattara, Toni Sylva ve Song gibi oyuncular vasıtasıyla da ligi takip ediyordum. İsim veremem ama genel futbolcu profilinin yüksek olduğunu o zaman da söyleyebilirdim."
-Sana göre Türkiye ligi üst düzey liglerin ne kadar uzağında? Oynadığın liglerle de kıyaslayınca Süper Lig'i teknik, taktik, fiziki mücadele yönünden nasıl değerlendiriyorsun?
"İngiltere ve İspanya liglerini bu tartışmada hep bir kenara koyarım. Çünkü dünyanın geri kalan liglerinden daha üst düzeyde görüyorum. Ama geri kalan ligler içerisinde, Türkiye Ligi'ni Almanya Ligi ile aynı klasmanda sayabilirim. Mesela İtalya Ligi eskisi kadar yüksek mücadele ve cazibe düzeyine sahip değil. Fransa Ligi'nin Türkiye'den daha düşük bir düzeyde ve cazibe içinde oynandığını söyleyebilirim.
Türkiye Ligi'ni son zamanlarda öne çıkaran en büyük özelliği, yabancı futbolcu profili. Ben buraya geldim, benimle birlikte Eboue Galatasaray'a gitti. Guti, Queresma ve Simao Beşiktaş'ta oynuyor. Elmander Galatasaray'da. Türkiye'ye gelen yabancı futbolcu profilinde olumlu anlamda çok büyük değişiklik oldu ve ligi kendi kategorisindeki ülkelere göre öne çıkardı."
Devamı sayfa 3'te...
-Sana göre ideal bir ön libero nasıl olur?
"İdeal bir ön libero hem kendisini saha içinde konumlandırmayı hem de arkadaşlarına bu konumlandırma konusunda yardımcı olmayı çok iyi bilmeli ve takımı toparlayabilme becerisine sahip olmalı. İkinci olarak da oyunun hem savunma hem de hücum yönünü çok akıllı şekilde oynayıp hızlı kararlar verebilmeli. Bu anlamda çok yönlü olabilmeli."
-Ne tarz bir orta saha ile oynamak senin işini kolaylaştırır? Defansif mi ofansif mi? Teknik bir orta saha ile mi yoksa fiziki yönden güçlü bir orta saha ile mi?
"Yanımda oynayan oyuncunun defansif ya da ofansif özelliklere sahip olması veya tekniği ya da fiziğiyle öne çıkıp çıkmaması benim bakış açımı değiştirmiyor. Ben daha önceki takımlarımda çok farklı oyuncu tipleriyle oynadım.
Yanınızda oynayan oyuncu tipi nasıl olursa olsun, iyi uyum sağlar, aranızda ortak bir dil geliştirirseniz her zaman için güçlü bir ikili oluşturma şansınız vardır. Bunun yolu iyi bir iletişim kurmaktır."
-Bir ön libero olarak İngiltere'de mi oynamak daha zordu, İspanya'da mı? İngiltere'de daha çok fizik, İspanya'da da daha çok teknik gerekiyor çünkü. Sana göre hangisi daha zor, hangisi daha keyifliydi?
"Oynamaktan en çok keyif aldığım lig La Liga'ydı. Gerek oyun yapısı, gerek temposu bana çok daha uygundu. İngiltere'de de çok güzel günler geçirdim. Ama İngiltere'de agresiflik düzeyi daha yüksek olduğundan, İspanya'daki oyunun akışından aldığım zevki İngiltere'de alamadığımı söylemeliyim."
Devamı sayfa 4'te...
-Sevilla'da Kanoute, Romaric, Tottenham'da da Assou-Ekotto gibi Afrikalılarla birlikte oynamıştın. St. Etienne'de de keza öyle. Ancak bu sene Trabzonspor'un kadrosunda senden başka Afrikalı yok. Bu seni olumsuz etkiler mi? Özellikle de saha dışında?
"Doğru, Trabzonspor'un tek Afrikalı oyuncusuyum ve burada bir anlamada Afrika kültürünü temsil ediyorum. Ben futbolun bir kültürler karışımı olduğunu düşünürüm. Gittiğiniz yerde kültürünüzü temsil ederken o yerin kültür kodlarına saygı duyup uyum sağlamanız önemlidir. Örneğin şu an oynadığım takımda Burak Yılmaz gibi bir oyuncu var. Türk futbolunun en önemli oyuncularından ve Türk Millî Takımı'nın geleceğindeki en parlak isimlerinden.
Aykut gibi genç bir yetenekle oynuyorum. Çok büyük gelecek vaat ediyor. Halil Altıntop ile oynuyorum. İşini çok iyi yapan bir profesyonel. Hepimiz farklı yerlerden gelmiş, farklı özellikler taşıyoruz. Birbirimizi tamamlıyoruz.
Ben de bu karışımın içinde kendi kültürümden taşıdığım deneyimleri, kendi kişisel deneyimlerimi dilim döndüğünce arkadaşlarıma anlatmaya çalışıyorum."
-Fildişi Sahilleri Millî Takımı dünya yıldızlarına sahip olmasına rağmen, bir türlü önemli bir başarı yakalayamıyor. Sana göre bunun nedeni nedir?
"Bizim yetiştirdiğimiz oyuncu neslinin düzeyiyle elde ettiği başarılar pek birbirine denk düşmedi. Drogba, Kalou, Eboue, Toure kardeşler gibi bir jenerasyon, daha büyük başarılar elde etmeliydi. Bu bakımdan eleştirilmeyi hak ediyoruz. 2006 Afrika Uluslar Kupası finalinde Mısır'a kaybettik.
O turnuvanın favorisiydik ama başaramadık. FIFA dünya sıralamasında Afrika'da sürekli birinci basamakta olmamıza rağmen beklenen parlak başarıları elde edemedik ve Dünya Kupası'nda da bu başarı gelmedi. Önümüzdeki en büyük fırsat 2011 Gabon'da yapılacak Afrika Uluslar Kupası.
Orada başarıyı gösterirsek bu jenerasyon üzerindeki baskının kalkacağını ve bizim de rahatlayacağımızı düşünüyorum."
-Bize ve Türk halkına biraz kendinden bahseder misin? Özel hayatında neler yapmayı seversin, vaktini nasıl geçirirsin?
"Futbolcu olduğum için mi bilmiyorum ama Trabzonspor'a kolaylıkla uyum sağladım. Birlikte çalıştığım insanların yardımı sayesinde çok kolay adapte oldum. Hem takım arkadaşlarım hem de kulüpte bize yardımcı olan arkadaşlardan bahsediyorum. Trabzon bir futbolcu ideal bir kent.
Çünkü tek bir takım var. İnsanların tek bir tutkusu var. İnsanların bütün ilgisi o takım üzerinde. Bu da bize olumlu olarak yansıyor. Burada 4 yıllık sözleşmem var ve ben bu 4 yılı dolu dolu yaşamak istiyorum. Futbolun bu kadar yoğun yaşandığı yerde ben de büyük başarılar kazanmak istiyorum."
Devamı sayfa 5'te...
-Londra ve Sevilla gibi şehirlerde yaşadın. Şimdi Trabzon'dasın. Trabzon'u nasıl buldun? Ortama, yemeklere alışabildin mi?
"Ben bu uyum meselesine abartılı yanıt verenleri anlayamıyorum. Trabzon'dan bahsedersek, burada yenilen yemekten şikayet edenin aklına şaşarım. Burada yiyebileceğiniz en güzel yemeği yiyorsunuz. Köfteyi ve pideyi çok seviyorum. Şehirdeki atmosfer benim için çok uygun. Denizle yaşayan bir kent. Çok güzel sahilleri var. İnsanların bize yaklaşımları ve tavırları çok güzel.
Şikayet edilecek hiçbir şey yok. Bu açıdan bu 4 yılı dolu dolu yaşamak istiyorum. Bir de trafiğin yoğun olduğu Londra ve Sevilla gibi yerlerde yaşadıktan sonra Trabzon beni çok rahatlattı. Hiç trafik yok."
-Bugüne kadar birlikte oynadığın en iyi orta saha oyuncusu kimdi sana göre? Bugüne kadar oynadığım en iyi orta saha oyuncusu Sevilla'daki Renato'ydu. Fiziksel kapasitesi çok yüksek olmamakla birlikte çok akıllı bir oyun tarzı vardı. Nerede bulunması, nerede pozisyon alması gerektiğini çok iyi biliyordu. Harika bir gol sezgisi vardı."
-Senelerdir müthiş bir istikrarın olmasına rağmen, gol attığın maç sayısı oldukça az. Hatta Tottenham ve Sevilla formalarıyla hiç golün yok. Sence bunun nedeni ne?
"Altyapıda hocalarım bana şunu öğretti; büyük bir futbolcu olmak istiyorsan, önce kendine değil takımına oynayacaksın. Ben bunu futbol yaşantım boyunca ilke haline getirdim. Şuna rahatlıkla inanabilirsiniz ki, oynadığım takımlarda çok daha fazla gol sayısına ulaşabilirdim. Çok daha farklı pozisyonlarda bulunabilirdim. Ama takımıma sağladığım maksimum faydayı sağlayamazdım. Gol sayılarım bu yüzden yüksek olmadı ama bunu hiçbir zaman sorun haline getirmedim."
-St. Etienne, Tottenham, Sevilla olsun senelerdir hep coşkulu taraftarların önünde oynadın. Trabzon'da da futbolla yatıp kalkan bir seyirci kitlesi var. Bu seni kariyerin boyunca olumlu motive etti mi? Yoksa "Ne olursa olsun saha içindeki konsantrasyonumu ben kendim bir şekilde sağlarım" mı diyorsun?
"Ben her zaman arkamda ateşli bir seyirci desteğiyle oynamayı severim. St. Etienne'de en iyi taraftar grubu arkamızdaydı. Hatta Kazan derler oradaki ateşli seyirci grubuna. Tottenham ve Sevilla'da da böyleydi. Trabzon'un geçen sezonki maç görüntülerini de izledim. Gerçekten çok dikkatimi çekti. İnsanların burada fanatik olduğunu biliyordum ama benim bildiğimden çok fazla ateşliler."
Devamı sayfa 6'da...
-Trabzonspor'la bir anda kendini Şampiyonlar Ligi'nde buldun. Daha önce bir sezon da Sevilla ile aynı platformda mücadele etmiştin. Öncelikle Trabzonspor'un Şampiyonlar Ligi'ndeki şansı nedir sana göre?
"Ben her zaman hırslı, mücadeleci bir insanım ve her zaman şuna inanırım; bir takımın içinde sevgi ve iyi niyet ortamı oluşursa, o takım bir çok kişinin tahmin edebileceğinden çok daha üst düzey noktalar için mücadele edebilir. Oynadığımız Inter maçı buna çok iyi bir örnek. Birçok kişi bizim Inter'e kolay kaybedeceğimizi, hatta muhtemelen fark yiyeceğimizi düşünüyordu. Ama Inter karşısında ortaya koyduğumuz oyun onların öngörülerini tamamen boşa çıkardı. Çünkü herkes elinden geleni yaptı ve elinden gelen mücadeleyi ortaya koydu. Sonunda da "Olmaz" denilen şeyi orada başardık. Artık ikinci tura yükselmek için daha umutluyuz."
-Şenol Hocayla diyaloğun nasıl, saha içinde senden bekledikleri neler? Şenol Hocanın daha önce çalıştığın teknik adamlardan farkı ne?
"Şenol Hoca ile çok olumlu bir diyaloğum var. O bana bu takım içerisinde çok önemli bir görev ve yetki verdi. Bu yetki de takım içindeki diğer oyuncuları yönlendirme ve onlara zorluk yaşadıkları noktalarda yardım edebilme yetkisi. Bu önemli bir sorumluluk. Kendisi bu önemli sorumluluğu bana geçmiş deneyimlerime dayanarak verdi. Dolayısıyla onun bu güvenini boşa çıkarmamam gerekiyor.
En önemlisi bu görev ve yetkiyi suiistimal etmeden, takım arkadaşlarıma saygı duyarak onlara yol göstermem gerekiyor. Bunun nasıl yapılması gerektiğini zaten biliyorum. Yaşadığım büyük deneyimler var ve hocanın bana sağladığı güven ve inanç sayesinde bu görevi rahatlıkla yerine getirebiliyorum."
-Üzerinde en fazla iz bırakan teknik direktör kim?
"Kariyerimde en büyük izi bırakan hoca şüphesiz ki Elie Baup'tur. Benim Fransa'ya gittiğim dönemde o Bordeaux'yu çalıştırıyordu. Daha sonra Saint-Etienne'in başına geçti ve kendimi Fransız futboluna tanıtmamda başrolü oynadı.
Bana güvendi ve oynama şansı verdi. Onun katkılarıyla kendimi kanıtlayarak oyunculuğumu ortaya koydum ve kariyerimde büyük bir kapı açılmış oldu"
Devamı sayfa 7'de...
-Bir ön libero olarak defansın göbeğiyle saha içinde nasıl irtibat kuruyorsun? Defansif özelliklerinin had safhada olduğunu biliyoruz çünkü. Sence bir ön libero defansıyla uyum içinde olmak için ne yapmalıdır?
"Kendi pozisyonumda takım arkadaşlarımla iletişimi rahatlıkla sağlayabiliyorum. Çünkü futbolun evrensel bir dili var ve herkes bu evrensel dil çerçevesinden ne yapması gerektiğini, arkadaşının ona ne anlatmaya çalıştığını anlayabiliyor.
Ayrıca takımda Giray, Serkan, Burak, Halil, Aykut, Volkan ve Tolga gibi İngilizce konuşabilen oyuncular var. Onlar da bana çok yardımcı oluyor. Ben de bu sayede takımın geri kalanıyla rahatlıkla iletişim kurabiliyorum."
-Kariyerinde unutamadığın bir maç var mı?
"Kariyerimde unutamadığım maç 2006 Dünya Kupası'na katılma şansını elde ettiğimiz deplasmandaki Sudan karşılaşmasıydı. Grupta şöyle bir durum söz konusuydu; son maçta Kamerun evinde Mısır ile oynuyordu ve Kamerun'a Dünya Kupası'na katılma hakkı elde etmesi için beraberlik bile yetiyordu.
Dünya Kupası'na katılabilmemiz için bizim deplasmanda Sudan'ı yenmemiz, Kamerun'un ise evinde Mısır'a yenilmesi gerekiyordu. Biz Sudan maçını galibiyetle bitirdik. Maçtan sonra orada bulunan kameramanla birlikte radyodan Kamerun-Mısır karşılaşmasını dinlemeye başladım. Maçın son dakikasında Kamerun bir penaltı kazandı. Ancak Pierre Wome penaltıyı kaçırınca 2006 Dünya Kupası'na gitmeye hak kazandık ve ülkede kahramanlar gibi karşılandık.
Çok iyi hatırlıyorum, üç gün resmi tatil ilân edildi ve daha önce yaşamadığımız bir mutluluğu yaşadık. O maç kariyerimde unutamadığım en büyük maçtı."