Markus: Trabzon'da FB'de şanslı

Lig TV'de Maraton programında yorumculuk yapan eski dünyaca ünlü hakem Markus Merk "Hakemleri yerden yere vurmamı bekleyenler boşuna beklemesin" dedi.Lig TV'de Maraton programında yorumcu olarak izlediğimiz ünlü Alman hakem Markus Merk, birçok meziyeti ol

Markus: Trabzon'da FB'de şanslı

Lig TV'de Maraton programında yorumculuk yapan eski dünyaca ünlü hakem Markus Merk "Hakemleri yerden yere vurmamı bekleyenler boşuna beklemesin" dedi.

Lig TV'de Maraton programında yorumcu olarak izlediğimiz ünlü Alman hakem Markus Merk, birçok meziyeti olan özel insanlardan. 15 Mart 1962'de doğan Merk, diş hekimi, dağcı, maratoncu, kurduğu İndien-Hilfe Kaiserslautern isimli vakıfla Hindistan'da çocuklar ve yaşlılar için barınaklar yaptırıyor, şirket çalışanları ve yöneticilerine 'baskı altında karar verme ve motivasyon' seminerleri veriyor. 21. yüzyılın ilk 10 yılının en iyi hakemi seçilen Merk, evli ve 11 yaşında Benedikt adında bir oğlu var. Üç kez dünyanın en iyi hakemi seçilen Merk, Uluslararası Futbol Tarihi Ve İstatistikleri Federasyonu'nun verdiği ödülü önümüzdeki eylülde İspanya'da düzenlenecek törenle alacak. Bir yıldır LİG TV'de yorum yapan ve lig sürerken her hafta Türkiye'ye gelen Merk'le hakemlikten 'yumuşak' kalbine, hakkında merak edilen her şeyi konuştuk. 

- Diş hekimliği eğitimi alırken mi başladınız hakemliğe?

1988'de dişçilik eğitimimi tamamladım, aynı yıl Bundesliga'ya  yükseldim. 2005'de muayenehanemi satana kadar ikisini paralel götürdüm. Bırakmamın hakemlikle ilgisi yok.

- Neden bıraktınız peki?

Bununla ilgili on tane sebep sayabilirim ama en önemlisi bir yere bağlı kalmaktansa hareketli olmak istedim ve özellikle hakemlikte edindiğim tecrübeleri başka insanlarla paylaşmak istedim.

 

HAYAT BUGÜN YAŞANIR

- Bunu da seminerlerle yapıyorsunuz, öyle mi?

Evet, motivasyon, hedefe ulaşmak ve baskı altında, nasıl iyi kararlar alabilirsiniz gibi konularda sunumlar yapıyorum. Bazen yüzlerce kişi dinleyicim oluyor, bazen de bir şirketin en üst düzey yetkilileri.

- Türkçede 'bir koltukta iki karpuz taşımak' diye bir deyim vardır, siz iki değil daha çok karpuz taşıyorsunuz. Bütün bunlara nasıl odaklandınız?

Hiçbir zaman tek bir meslek sahibi olmak istemedim ve odaklanma sorunu da yaşamadım çünkü yaptığım işlerin çok büyük sorumlulukları olduğunu biliyorum. Benim mottom şudur: Hayat bugün yaşanır! Eğer yaptığım bir şeyde mutsuz olduğumu, motivasyonumun kaybolduğunu ve artık yüzde yüz hakkını vererek yapamayacağımı düşünürsüm o işi anında keserim, bir daha düşünmem.

 

HERKESİN SEVDİĞİ DİŞ DOKTORU VE HAKEM

- Dişçiler de hakemler de ne kadar iyi olsalar da pek sevilmez, bunları bilerek mi seçtiniz işinizi?

Evet çok sevilmezler ama bu iki meslek grubunun üzerinde biraz kafa yorduğunuzda görürsünüz ki bu iki işi yapan insanlar da çok büyük sorumluluk taşıyarak ciddi baskı altında çalışan insanlardır. Bu soru Almanya'da da bir röportajda sorulmuştu. O Alman gazeteci 'Herkesin sevdiği diş doktoru ve hakem' şeklinde bir başlık atmıştı.

- İnternet sitelerinde sizinle ilgili en yoğun eleştiri hakemleri çok eleştirmediğiniz yönünde...

O yorumlar beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. İnterneti zaten çok seven biri değilim. Eğer internet olmasaydı cumartesi günü Bursa'da yaşanan sorunlar olmayabilirdi. Hayatta hiçbir şey başarmamış insanlar, hayatını başarıya adamış insanları özgürce eleştirebiliyor, hakaret edebiliyor internette. Benimle ilgili bu yorumları yapanlar, taraftarı oldukları kulüp aleyhine bir karar verildiği zaman, söz konusu hakemi yerden yere vurmamı bekliyorlar! Boşuna beklemesinler bunu asla yapmayacağım. Yüzde 5 azınlık, bizi değil başkalarını izleyecek. Bu insanların derdi futbol değil, insani değerler hiç değil.

- Dağcılık ve maratonla ilginiz ne zaman başladı?

İlk maratonumu 15 yaşında koştum. Dağcılık sonra gelişti ama şu anda buna fazla zamanım olmuyor. Limitleri zorlamayı severim. Geçen sonbahar 7 bin metreye çıktım, bu yılın ilk aylarında da 8 bin metreyi planlıyordum ama yoğunluktan gerçekleştiremedim. Dağcılık sağlığım el verdiği sürece hayatımın bir parçası olacak. Bu yaz, iki program arasında, mutlaka Ağrı Dağı'na çıkacağım.

DEVAMI SAYFA 2'DE

 

 

- Dünyanın en iyi hakemi olarak seçilmek nasıl bir duygu? Ödüller sizin için ne ifade ediyor?

Hakemliğe başlarken koyduğum hedefler arasında ödül almak yoktu. Hiçbir zaman da çok büyük değer vermedim bu tarz şeylere. Ama dünyada 700 bin hakem var, üç kez bunların en iyisi seçildiğinde biliyorsun ki koyduğun hedeflere ulaşmışsın... Bu ödülü üç kez alabilmek, yapmış olduğunuz işi sadece iyi yapmamışsınız, iyi yapmaya da devam etmişsiniz demektir ve bu açıdan da önemlidir. Bu işin sportif kısmı, bir de sosyal kısmı var. Almanya Liyakat Nişanı da aldım ayrıca beni en çok mutlu eden ödüllerden biri 2005 yılında Alman Spor Gazetecileri Biriliği'nin verdiği 'Yumuşak Kalpli Sporcu' ödülü. Türkçeye 'hayırsever sporcu ödülü' olarak çevrilebilir.

- Kurduğunuz vakıf aracılığıyla çocuklar ve yaşlılar için bakımevleri yaptırıyorsunuz...

Çok gençken bile ileride bir gün, üçüncü dünya ülkelerinde insanlara yardım etmeyi istiyordum. Vakfımı kurmadan önce başka bir organizasyon kapsamında Hindistan'a gittim, orada 2 bin 500 yardıma muhtaç insanın ağız ve diş bakımını yaptık. O sırada tanıştığım Hintli bir aileyle birlikte bir arazi aldık. O arazinin üzerine ilk okulumuzu kendi ellerimizle yaptık. İnşaat 1996 yılında bitti, arkasından kimsesiz çocuklar için bakımevleri yaptık. Bu işe girdiğiniz andan itibaren artık hayatınızın en büyük projesi olmuştur. Yardım yapacak imkanım olduğu için çok mutluyum, buna çok değer veriyorum ve hep şükrediyorum. Aslında bunu anlatmayı sevmiyorum.

- Ama yine de anlatın lütfen, yapamayalara örnek olursunuz...

100 bakıma muhtaç çocuk için okul yaptık, 140 kimsesiz çocuk için yuva ve 40 bakıma muhtaç yaşlı için de huzurevi yaptık.

- Bir vakıf aracılığıyla mı yaptınız?

Evet, bu işlere başlarken kendi vakfımı kurdum. Kaynağımızın büyük bir kısmını bağışlar oluşturuyor demek ki insanlar bana o kadar güvenmiş. Bu vakıf hayatımın en büyük projesi ve en büyük parçası.

 

Yapılan yorum konuyla alakalı olmalı, kişiyle değil

- Türkiye'ye gelmeye, burada bir televizyonda yorumculuk yapmaya nasıl karar verdiniz ya da nasıl ikna oldunuz?

LİG TV yetkilileri ilk görüşmemizde bana 'bir misyon üstlendiklerini, Türk futbolunun olumlu yönde gelişmesi için bir katkıda bulunmak istediklerini, benim de bu misyonda bir katkım olursa mutlu olacaklarını' söylediler. Faal hakemken Türk takımlarının maçını yönetmekten büyük keyif aldım, Türk insanlarının duygusallığını biliyorum. Çünkü bu duygusallığın, içinde iyi niyet barındırdığını düşünüyorum. Bu işe zorlukları bilerek başladım ama hala her hafta şaşırdığım şeyler oluyor.

- Ortaya çıkan programdan memnun musunuz?

Bu işi gerçekten kalbimi vererek yapıyorum, o yüzden buradayım. Mustafa Denizli ve Şansal Büyüka gibi iki büyük isimle çalışabilmek benim için büyük bir onur.

- Büyüka ve Denizli ile ilişkiniz profesyonel mi yoksa bir dostluk oluştu mu?

Eğer bu sadece bir iş ilişkisi olsaydı, bu işi ne yapabilirdim ne de yapmak isterdim. Buna kesinlikle dostluk diyebiliriz ve ben bu dostluğa çok büyük değer veriyorum.

 

ESKİYE BAKMAM, BEN MARKUS'UM

- Programın eski formatını biliyor musunuz?

Eskiyle, başkalarının söyledikleriyle ve yaptıklarıyla çok ilgilenen biri değilim. O yüzden ilk gün söyledim 'Başkaları istediğini söyleyebilir, ben Markus'um'. Nişantaşı'nda gezerken bana 'Üçünüzün sayesinde bu programı tekrar ailece izleyebilecek hale geldik' diyorlar. Bu da beni mutlu ediyor.

- Türkiye'de futbol yorum programları her zaman yüksek tansiyonlu, kavga dövüş geçer. Böylece reytinglerin de daha yüksek olduğu düşünülür...

Biz de tartışıyoruz, farklı görüşlere de saygı duyuyoruz. Yapılan yorum konuyla alakalı olmalı, kişiyle değil. Tartışırken bir süre sonra öyle bir noktaya geliyorsunuz ki artık o tartışmaya devam ederseniz olay kişiselleşmeye başlayacak. Herkes fikrini söyledikten sonra program devam etmeli. Tabii ki izleyicilerin bu tartışmayı sevdiğinin farkındayım ama kavga gürültüden hoşlanan izleyici yüzde 5'i geçmez bence. Bizim yayınımızda bu tartışmaları ve kavgaları bulamayacaklar.

DEVAMI SAYFA 3'DE

 

 

- İnsanların sizi aileleriyle birlikte izlediğini söylediniz, peki statlarda durum nasıl?

Çok istediğim bir şey daha fazla kadın ve çocuğun statta maç izlemesi. Futbolun başarılı bir şekilde oynandığı ülkelerde futbol, sadece 22 erkeğin bir topun peşinden koşması değildir. Günümüzde futbol kültürdür. Türkiye'de statlardaki seyirci Avrupa'ya kıyasla az, daha fazla seyircinin gelmesi için kulüplerin de ciddi çalışması gerek. Bursa'da yaşanan görüntülerin tekrarlanmaması için olayları kontrol altına alabilmelisiniz. Futbol dünyanın en önemli reklam ürünlerinden biri ve bir ülkedeki görüntü dünyanın her tarafına yayılabiliyor.

 

Türk futbolu Avrupa'da çok daha iyi yerlere gelebilir

- 'Bir yıldır program yapıyoruz ama hala  şaşırıyorum' dediniz, neler sizi şaşırtıyor?

Futbol dünyası içindeki insanların sadece ve hep kendini düşünmesi beni en çok şaşırtan şeylerden biri. Hiç kimse bu futbol bütünüyle bir üründür bunun asla bize ait kısmı yoktur demiyor! Bu bir markadır ve hep birlikte yüceltir ya da batırabilirsiniz.

- Türk futbol markası hangi konumda?

Avrupa'da Türk futbolu biliniyor ve büyük bir marka olarak görülüyor. Ama buna bakıp kimi olumsuzlukları göz ardı etmemeliyiz. Türk futbolu sahip olduğu potansiyelle Avrupa'da çok daha iyi yerlere gelebilir. Ligin kalitesini artırmak istiyorsanız bunu büyük transferlerle yapamazsınız. Türkiye bu sene Şampiyonlar Ligi'ne tek takımla katıldı, Avrupa Kupalarında ikinci turu sadece Beşiktaş gördü. Bunlar acı gerçekler ama kulüplerin değil, Türk futbolunun sorunudur bu. Çok üzüldüğüm şeylerden biri de Türk Milli Takımı için yurtdışında oyuncu aranması. Almanya'da yaşayan 2-3 milyon Türk 100 futbolcu çıkıyorsa 70 milyonluk Türkiye'den çok daha fazlası çıkması gerekmez mi? Bunun uzun bir yol olduğunun farkındayım. Bunun için hoşgörü ve sabır çok önemli. Bu çalışmalara bugünden başlasanız, meyvesini en erken 7-8 sene sonra alabilirsiniz. Türkiye öz değerlerine yönelmeli.

 

Balık ve mezeleri seviyorum

- Türkiye'de program çekimleri dışında neler yapıyorsunuz?

Son birkaç haftadır 3,5 günüm burada geçiyor. Eğer herhangi bir röportaj olmazsa (gülüyor) sadece pazartesi günleri iki-üç saat zaman kalıyor bana. Fırat'la (İşbir-tercümanı) birlikte Kapalıçarşı'ya, Nişantaşı'na, Beşiktaş'a gidiyoruz. İnsanlar günlük hayatta ne yapıyorsa onu yapmaktan hoşlanıyorum, çünkü İstanbul'da kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum. İstanbul, Avrupa'nın en güzel şehri; kozmopolit, çok kültürlü. İstanbul'a hayranım.

- En çok nereleri seviyorsunuz?

En çok sevdiğim şey, açık havada bir yerde oturup çay içmek ama turistlerin yoğun olduğu yerlerde değil daha çok yerel halkın gezdiği bölgelerde. Burada balık yemeğe gerçekten bayılıyorum, çünkü balıkçıya gidiyorsunuz önce mezeleriniz geliyor.

- Rakı peki, seviyor musunuz rakıyı?

Evet, elbette. Almanya'da çok daha sterildir her şey. Burada hiçbir şekilde mönüye ihtiyaç duymadan kendinizi garson ya da işletmecinin eline bırakarak hiçbir şeyi seçme zorunluluğu yaşamadan insanlara güvenerek yemek yiyebiliyorsunuz.

 

Şampiyonluk Fenerbahçe'nin elinde

- Mustafa Denizli geçen hafta program sırasında 'Şampiyonluk yarışı puan puana bitmeyecek' dedi. Sizce nasıl bitecek?

Ligin ikinci yarısına başlarken '17'de 17'den bahsediliyordu. Daha sonra başka şeyler gündeme geldi. Türk insanı bundan hoşlanıyor ama ben daha gerçekçi bir insanım. Şu anda puan tablosuna bakınca Fenerbahçe favori. Önündeki iki maçı da kazanırsa şampiyon olacaktır; bu kadar basit. İki takım da puan kaybedebilir ama kaybetmeyebilir de... Tek gerçek var o da şampiyonluk Trabzon'un değil, Fenerbahçe'nin elinde. Ama iki takım için de garantilenmiş bir şey yok.

 

HAKEM OYUNUN HAKİMİ DEĞİL, OYUNUN BİR PARÇASIDIR

- Dayanıklılık gerektiren sporlarla uğraşıyorsunuz. Dayanıklılık hakemlik için de gerekli her halde...

İyi bir hakem olmak için sadece fiziksel ve zihinsel dayanıklılık değil birçok şey daha gerekiyor. Bence hakem asla oyunun hakimi değildir, oyunun bir parçasıdır.

- Neler gerekiyor peki?

Bunu anlatmak için çok uzun konuşmam gerek... Ama şu bir gerçek ki günümüzde hakemlerin işleri çok zor. Karşınızdaki insanlar fiziksel olarak üst düzey kapasiteye sahip. Diğer taraftan bu insanların hepsi kendini star olarak görüyor. Hepsinin bir egosu var, onları iyi yönetmeniz, sahada onlarla iyi başa çıkmanız gerekiyor. Psikolojiniz çok iyi olmalı. Anlık iletişim beceriniz çok yüksek olmalı ki verdiğin kararı sahada oyunculara dakikalarca açıklama gibi bir lüksün yok. İnsanlar hakemleri hep bireysel pozisyonlara göre değerlendiriyorlar. Benim değerlendirmemse daha çok maçı nasıl yönettiğiyle ilgili. Ve eğer bir hakemin bir imzası varsa yani karakterini ortaya koyan bir yönetim şekli varsa yaptığı hatanın daha anlayışla karşılanacağına inanıyorum.

- Sizin 'imzanız' neydi?

Genç bir hakemken kendime iki hedef koymuştum: Biri güvenilir olmak, yani bir karar verdiğimde insanların bu kararın doğruluğundan şüphe duymamasını sağlayabilmek, ikincisi de insanlarla iyi iletişim kurmak. Asla zoraki bir saygı istemedim. Bunun ne kadar ince bir çizgi olduğunun farkındayım.

HABERE YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler