Trabzonspor farklı Bir duruştur!
İçişleri Bakanlığı müsteşarı Seyfullah Hacımüftüoğlu'nun Trabzonspor röportajı çok konuşulur. ''Trabzonspor’un şampiyonluk sayısı 7’den de fazla" -Şampiyonluk sayısını 6 dediniz ama 7 değil mi? Onu da açarsanız konuşurum. Bana göre 7 değil daha da çok. Y
Yayınlanma:
İçişleri Bakanlığı müsteşarı Seyfullah Hacımüftüoğlu'nun Trabzonspor röportajı çok konuşulur.
''Trabzonspor’un şampiyonluk sayısı 7’den de fazla"
-Şampiyonluk sayısını 6 dediniz ama 7 değil mi?
Onu da açarsanız konuşurum. Bana göre 7 değil daha da çok. Yedincisi kesindir. Diğerleri zaman aşımına uğradığı için çok konuşmuyoruz ama 2004-2005 de 1995-1996 da irdelenmelidir. Hatta 1985-1986, erken önü kesilmiştir, Ordu’daki Orduspor-Trabzonspor maçında. Bunlar da irdelenmelidir.
Futbolu neden çok seviyor, önemsiyor ve toplumsal arka planına bu kadar önem veriyorsunuz?
Simon Kuper’ın çok önemsediğim sözündeki gibi “Futbol asla sadece futbol değil.” Futbol eve de yansıyor. Bir ilin yönetilmesini dahi yeri geliyor, kolaylaştırıyor ya da zorlaştırıyor. Aile içi ya da toplumsal ilişkiler üzerinde etkisi olan sosyolojik bir hakikat futbol. Valilik yaptığımız sırada gördük, adaletsizlikle karşılaştığı sırada taraftarı kontrol edemiyorsunuz, koltuğu kırıyor. Böyle şey olur mu diyorsunuz, ancak bir süre sonra bakıyorsunuz, aslında isyan, kavga, koltukla değil. Kavga sadece adaletsizlikle. Verilen karar, alınan tedbir, söylenen söz rencide ediyor vatandaşı, sonuç sadece koltuğun kırılmasına sebep oluyor. Çoğu ile birebir sohbetiniz var. Bakıyorsunuz hepsi edepli, düzgün adamlar. Ama bir, iki, üç…Arka arkaya haksızlıklar yapılınca isyan ediyor, ilk bulduğu da oturduğu koltuk, dönüyor, onu kırıyor. Sonra siz idareci olarak hem üzülüyorsunuz, hem de idare edememiş konuma düşüyorsunuz, buna kimsenin hakkı yok.
Trabzonspor’u çok erken yaşlarda takip etmeye başladığınızı biliyoruz. Rize Valisi iken sizi deplasmanda dahi Rizespor’un maçlarında gördük. Spora ve futbola ilginiz ve Trabzonspor sevginiz nasıl başladı?
"Trabzonspor bir meydan okuma, size özgüven getiren bir başarı öyküsü"
1972 yılında İstanbul’da ortaokulu okumak üzere yola çıkınca, o zaman İkinci Lig Kırmızı Grup’ta Trabzonspor gerçeği ile karşılaştım. Ve o gün bugündür bir daha uzaklaşamadım. 1971-1972 yılları, delikanlılığa geçiş dönemimden itibaren aşağı yukarı 40 yıldır Trabzonsor’u bir aidiyet unsuru olarak gördüm. Memleketim Trabzon. BuTrabzonsporlu olmak için bize yetiyor aslında. Ama Trabzonspor bir başka şey. Trabzonspor benim için kişiliğimin ve kimliğimin inşasında, yapılanmasında belki en önemli faktörlerden bir tanesi.Trabzonspor diyelim ki şampiyon oluyor, bu benim derslerimi etkiliyor. Trabzonspor bunu başarmışsa ben de başarabilirim. İşimde en iyi olmayı başarabilirim.Trabzon’un koşulları da zor, benim de zor. O yapıyorsa ben de yapabilirim… Bir meydan okuma... Size aynı zamanda bir özgüven getiren bir müessese, bir başarı öyküsü. Ve hayallerinizin gerçekleşebileceğine örnek teşkil ediyor. Trabzonspor başarılarının zorluğunu size göstererek elde edeceğiniz başarıların zor olduğunu öğretiyor. Bu anlamda bir hayat okulu. Ama Trabzonspor esas, kurulu düzene baş kaldıran yapısı açısından çok önemli. Tanımlanmış büyüklükler ve şampiyonluklar Trabzonspor taraftarı için bir şey ifade etmez. “Ben bunu tanımıyorum. Ben de buradayım.” diyor. Ve kuralları kendi koymuyor. Başkası tarafından konulmuş kuralların içinde kalarak büyüklüğünü ispat ediyor. Kuralları kendiniz koyarak büyüklüğünüzü duyurabilirsiniz. Trabzonspor kural koymadan, konulmuş kuralları çiğnemeden, büyük ve önemli olduğunu herkese kabul ettirdi ve yola böyle devam ediyor. Hala da devam ediyor. 30 yıl şampiyon olmayan bir takım düşünün, taraftarı azalmıyor. Daha iddialı, daha kudretli ve belki de daha rafine bir taraftar topluluğuna kavuşuyor.
Trabzonspor’un isyanı şampiyonluk kupası için değildir. Eğer bazı platformlarda isyan ediyorsa taraftar, adaletsizliğe isyandır. Şampiyonluk sadece bir simgedir. İstatistik dışında bir şey ifade etmez. Dört olmuşsun, 14 olmuşsun. Trabzonspor bir değerler bütünüyse, o yolda mücadele etmiş olmak ve mahallesinde, ülkesinde, dünyayı bir mahalle olarak algılarsak, hatırı sayılır olmak meselesi önemlidir.
1461’in Trabzonlular ağırlıklı kadrosunun başarısı sessiz bir tartışmayı başlattı. Ahmet Suat Özyazıcı ve 1970’ler ruhu Mustafa Reşit Akçay ve oyuncuları ile Trabzonspor’da denenebilir mi?
"Trabzonspor sadece bölgeden beslenemeyecek kadar büyüdü"
Kırk yıl önceki atmosferin bugün olmadığını masaya yatırmak lazım. Bugün için çok gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Trabzonspor için esas yapılacak zihniyet devrimi şu: İyi futbolcu, ahlaklı, değer yargıları yüksek sporcuyu bulmak. Trabzon sadece Trabzon’dan beslenecek, bölgeden beslenecek kadar küçük bir yer değil. Dünyanın neresinde kendi erdemlerine uygun birinci sınıf adam varsa onu bulup getirmeli diye düşünüyorum. 40 yıl önceki yapıyla yola devam edelim derseniz başarılı olma şansınız yok. On yıl sol kanadımızı müdafaa eden Abdullah’a, herkesin transfer listesinde olmasına rağmen gitmeyen Ünal’a haksızlık etmiş oluruz aksi takdirde. Kale hariç her yerde oynattığımız Czyo’ya, Orhan Çıkrıkçı’ya haksızlık ederiz. Tolunay’ı, Şota’yı hangi kategoride tanımlarız. Trabzonlu değildi bu isimler.
1996 yılındaki Fenerbahçe–Trabzonspor maçını dramatik yanıyla unutamadığınızı, görüntülerini dahi izlemediğinizi biliyoruz. Sizin için unutulmaz olan başka maçlar var mı?
"5-1 kazandığımız Bursaspor maçını unutmuyorum"
1992 yılındaki iki maçlık Türkiye Kupası finalinde, Bursaspor karşısında, ikinci maçtaki 5-1’lik galibiyeti unutmuyorum. İlk maçta Bursa’da 3-0 yenilmişti Trabzonspor. Artık umut yoktu. Futbol kamuoyuTrabzonspor’a hiç şans vermiyordu. Hakan Şükür’ün oynadığı o günkü Bursaspor çok güçlü bir takımdı.
Trabzonspor taraftarının optimist bir yanı var. Yine de bekliyordu ne olacak diye. Ben o zaman Şemdinli Kaymakamı’ydım. Şemdinli’de de o zaman günde 30-40 kez elektrik kesilir. Oturduk televizyonun karşısına. Polis memuru arkadaşlar var. Tabur komutanı bir arkadaşımız var,Trabzonspor taraftarı. İlk 5 dakikayı izledik, elektrik kesildi. Uğraştılar. Elektrik geldiğindeTrabzonspor 1-0 öndeydi. Sevindik, erken gelmişti gol... Elektrik geldiğinde yeniden televizyonu açtık, 1-1 olmuştu skor ve kupa gitti dedik. Sonra yine kesildi elektrik ve bu böyle devam etti. Hiçbir golü izleyemedik. Elektrik ancak maç bittiğinde geldi ve televizyon ekranında Trabzonsporlu futbolcuların sevinç içinde kucaklaştığını görüyorduk.
Skoru göremiyor ama merak içinde ekrana bakıyorduk. Bugünkü gibi cep telefonları ve iletişim imkanları da mevcut değil. Gazeteleri Şemdinli’de yayımlandıktan bir gün sonra okuduğumuz dönem... Radyo düzeneğimizi de kurmamıştık nasılsa televizyondan izleyeceğimizi düşünerek…Öğrendik sonucu tabii. Trabzonspor o dönemde bize orada inanılmaz bir moral oldu.
Bir de böyle bir Lyon maçı vardı, Lyon’da, onu izleyebilmiştim.
"Trabzonspor’un bütün maçlarını izliyorum"
Bekliyor muydunuz 4-3’lük galibiyeti?
O dönemde Trabzonspor’un aniden, şemsiye gibi açılan, rakibin defansını kuşatan bir oyun yapısı vardı. Hızlı çıkıyordu orta sahadan ve Orhan, Hami gibi ne yapacağını bilen nitelikli oyuncu sayısı yüksekti. Dolayısıyla seyir keyfi son derece yüksek bir takım vardı elimizde. O güzel takımın zayıf tarafı kaleydi. Trabzon’un öyle bir tarafı var. Her zaman bir eksiği oluyor. Kalesi çok iyi olur, defansında sıkıntı olur. Onlar iyi olur, orta sahasında sıkıntı olur. Hepsini toplarsın, ilerisi kötü olur. Ya sağı olmaz, ya solu olmaz, böyle enteresan bir şey. Dört başı mamur hiç olmadı.
Trabzonspor’un maçlarını şu sıralar izliyor musunuz?
Bütün maçlarını izliyorum. Ama aidiyet dolayısıyla izliyorum. Yoksa futboldan keyif alarak izleyemiyorum.
"Hemşehrilerimiz bize hep “bizim çocuk” rolünü biçiyor"
Bürokrasi dünyasında Trabzonluların da gurur duyduğu başarılı bir isimsiniz. Naıl bir duygu bu?
-Aidiyet duygusu... Bizim çocuk… Öyle muamele yapar bize bütün hemşehrilerimiz. “Bizim çocuk” derler, siz de yaşınız başınız neyse bizim çocuk rolünü oynarsınız. Bizim çocuk rolünün içinde hep iyi olmak var. Başarılı olmak var. Memleket lehine olan iş ve işlemlerde önde koşmak var. O da bir baskı. Ve bizim çocuğun başarısı, ister istemez “bizim çocuk” diyenin de övünç kaynağı oluyor.Trabzon geçmişten beri bir ilim merkezidir. Okuma oranı her zaman yüksek oldu. Ekonomik olarak orada kalıp fazlasıyla başarılı olma, insanın fıtratında var. Mesela tek üniversite var. O üniversitede de kadrolar dolu. Ne yapacaksınız? Hicret edeceksiniz. Deplasmana çıkacaksınız ve şampiyon olmak için de deplasmandan bol puan getireceksiniz. Çıkıyorsunuz deplasmana. Ve gittiğiniz yerde başarılı olmanız gerekiyor. Çünkü döndüğünüzde sizi bekleyen şartlar bulunduğunuz yerin şartlarından daha iyi değil .O zaman diyorsunuz ki Ankara’dayım, Bursa’dayım, Chicago’dayım veya Londra’dayım, ama başarılı olmak zorundayım. Yaptığım işi en iyi ben yapayım. Aslında bizim insanımız kendisi ile yarışır. Belki başarının sırrı da oradadır. Başkası ile yarışmaktansa kendi ile yarışır. Bu da sempatik kılıyor. Başkası ile yarışıp kavgacı olmaktan çok kendi ile kavga eden, ben bunu niye yapamadım diyen bir kişilik çıkıyor ortaya. Siz başarılı olunca birileri sizi fark ediyor. Bu özel sektördür, kamu sektörüdür, fark etmez. Başarılı olduğunuz anda birlikte çalışmaya başlıyorsunuz. Ve o başarınızı bulunduğunuz müesseseye aktarmaya başlıyorsunuz. Bu da ülkenin, belki bir bölgenin başarısı haline geliyor. Biz başarılı olmak zorundayız.
"2007 yılında hiç ilgisi olmamasına rağmen kongreyi erteleten adam olarak anıldım"
2007 yılının 15 Aralık günü yapılması planlanan ancak bir dizi gelişme sonucunda ertelenenTrabzonspor Kongresi öncesinde kamuoyunda isminiz yaygın biçimde “kongreyi ertelettiren adam” şeklinde anıldı. Neler oldu o günlerde?
Aslında benim ne kongre ertelemeyle ilgim var ne de böyle bir niyetim var. Sadece, üyesi olduğum Genel Kurul’da oy kullanmak istedim. Oy kullanacakların geçici listesinde ismimi göremeyince kulübü aradım ve nedenini sordum. “Aidatınızı yatırmadınız.” cevabını verdiler. Kongreye daha iki ay vardı ve yatırmak istedim ama süresi geçtiği için oy kullanma şansınız yok cevabını aldım. Ben de ısrarla bunun Medeni Kanun’a aykırı olduğunu belirttim ama kesin liste yayınlandığında yine ismimin olmadığını gördüm. O andan sonra iş aslında inada bindi. Yoksa Ankara’dan gidip Trabzon’da oy kullanıp kullanmayacağım da belli değildi. Medeni Kanun’daki hükmün işlediğini göstermek istedim. Sadece üç satırlık bir dilekçe ile oy hakkımın tesis edilmesini istedim. Dernekler Dairesi Başkanlığı benim bu talebimi Trabzon Dernekler İl Müdürlüğü’ne aktarıyor. İl Müdürlüğü de kulübe tebliğ ediyor. Kulüp de İç İşleri Bakanlığı’na görüş soralım diyor. Bakanlık da “Evet oy kullandırmanız gerekir.” diye bir cevap veriyor. O günkü yönetim bu görüşü alıp yargıya gidiyor ve “Seçimin selameti için de mahkeme sonuçlanıncaya kadar da seçimi yapmayacağız.” diyor. Bu andan sonra birden seçimi erteleten adam oldum ben. Netice itibariyle 2 ay sonra bana oy kullanma hakkı verilmeden bir Genel Kurul yapıldı. Demek ki o anda seçimi ertelemek için bir bahane olarak öne sürülmüş, gerekçe olarak kullanılmış bizim dilekçemiz. Benim kongreyi erteletmek gibi bir derdim yoktu. Benimki bir hukuk davasıydı, iddiaydı. Bütün hukukçularca doğru bulundu. Ama Trabzonspor Kulübü’nün tüzüğü cevaz vermediği için oy kullanamadık. Bu biraz da şuna benziyor: Su borcunu ödemeyen bir kişinin belediye seçimlerinde oy kullanamaması. Böyle bir şey olur mu?
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.