Maçka'daki terör eylemiyle ilgili flaş sözler
Eski Jandarma Bölge Kurmay Başkanı Canfer Balçık Haber61'e konuştu. "Maçka’nın seçilmesinde özel bir neden var!"
Yayınlanma:
15 yaşındaki Eren’in şehit olduğu terör saldırısına bakış açınız değişecek
Haber61/Haber Servisi / Levent Ustabaşı
Maçka’da son yaşanan terör olayı tüm Türkiye’nin canını sıktı.
5 yıl içinde bu tip olaylar Maçka’da tekrarladı.
PKKlı teröristlerin bu eylem türü neyi işaret ediyor?
Ne yapmak istiyorlar?
Amaçları ne?
Çünkü sadece olay yapmak, saldırmak amacıyla gelmedikleri aşikar..
Bu olaya farklı bir bakış açısı ile bakmak istiyordum.
Eren’in ailesini düşündüm, şehit komutanımızı..
Yaralanan askerlerimizi..
Şüphelerimi gidermek için bölgeyi çok iyi bilen bir dönem Karadeniz Jandarma Bölge Komutanlığı’nda görev yapan eski Jandarma Bölge Kurmay Başkanı Canfer Balçık’ı aradım.
Canfer komutan içtenlikle sorularıma cevap verdi.
Bazı öneriler sundu..
Dikkate alınması gereken, üzerinde durulması gereken öneriler bunlar.
Çünkü bu bölgeyi karış karış biliyor.
Röportajı okuduğunuzda eminim ki Maçka’daki eyleme bakış açınızı değiştirecektir.
İşte o cevaplar;
BİZİ BİZ YAPAN
Öncelikle; şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet ve bağışlanma diliyorum.
Bir Trabzonlu olarak ilimizin terörle anılmasından dolayı son derece üzgünüm.
Bildiğiniz gibi; Karadeniz Bölgesi sadece Türkiye'nin değil Türk dünyasının da kilidi konumundadır. Ülkemiz üzerinde operasyon yapan güçlerin ana hedefi bu kilidi çözmektir.
Ülkemizin her coğrafyasında yaşayan tüm vatandaşlarımızın kendine özgü gelenekleri, görenekleri, alışkanlıkları, davranışları vardır. Bütün bunlar bizim zenginliklerimizdir.
Ama bizi biz yapıp bir arada tutan, cesaret, feragat ve vatan söz konusu olduğunda bütün diğer kaygıları bir tarafa iten özelliklerimizdir.
HER TÜRLÜ SİNSİ YÖNTEMLER
Genç ve dinamik nüfus yapımız ile stratejik önemi büyük kaynaklarımız şer çevreleri endişeye sürüklemektedir.
O nedenle bizi sosyo-kültürel anlamda, siyasi, askeri ve ekonomik anlamda güçsüz bırakabilmek için her türlü sinsi ve/veya açık yöntemleri uygulamaktadırlar.
KARADENİZ’DE TERÖR FAALİYETLERİ O TARİHTE BAŞLADI
Karadeniz bölgesinde terörist faaliyetler direkt başlamadı.
1987 yılından itibaren Pontusçuluk faaliyetleri ile koordineli olarak alt yapısı oluşturulmaya başlanmıştır.
1995 yılından itibaren de öncelikle Tokat, Ordu ve Giresun illerimizin kırsal kesimlerinde başlayan açık terörist faaliyetler, 1999 yılında Trabzon ve Rize’ye de sıçramıştır.
Trabzon ve Rize illerimizdeki terör faaliyetlerini 'Yöreden yetişen devlet yöneticilerine mesaj vermek' olarak değerlendirenler olmuştur.
90'lı yılların ortalarında dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz’ın Rizeli olması, günümüzde Sayın İçişleri Bakanı ile iki Kuvvet Komutanı'nın Trabzonlu olmasının ‘Terörist faaliyetleri tetiklediği', yankısının daha fazla olacağı düşüncesinden hareketle, terörü daha cazip hale getirdiğini ileri sürenler az değildir.
Böyle düşünmek olayı daha basite indirmek olur.
Bölgedeki terörist faaliyetler, çok daha büyük stratejik oyunların operatif ve taktik sahadaki uygulamalarıdır.
TÜRKİYE’Yİ KOLAY KOLAY BİTİREMEZLER
Olaylara daha uzağı görebilen bir gözlükle baktığınızda; birşeylerin tohumlarının serpilmekte olduğunu görürsünüz. 'Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan vatandaşlarımızla Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan vatandaşlarımızın hem duygusal hem de fiziki olarak karşı karşıya getirilmesi' esas hedeflerindendir. Bu iki kesim ‘Üniter yapı’ ve ‘Ortak ülküler’ etrafında kenetlendikçe Türkiye’yi kolay kolay bölemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Vatandaşlarımızın çok hassas olmaları gerekiyor.
BÖLGE HALKINI POTANSİYEL SUÇLU GÖRMEYİN
PKK'lı teröristlerin genelde Doğu ve Güneydoğu kökenli olmaları o bölge halkını potansiyel suçlu gibi görmemize neden olmamalıdır.
Çok iyi bilinmelidir ki; bölge halkının devletten yana tavrını koyması hedeflerine ulaşamamalarının temel nedenlerindendir.
Olayları salt bir terörist faaliyet olarak ele almak tamamen yanlıştır. "Karadeniz Bölgesi’nin ekonomik anlamda zayıf kalması, milli reflekslerin zayıflatılması ve çeşitli faaliyetlerle bölgenin dünya kamuoyunun gündemine taşınması" için onlarca yıldır çeşitli faaliyetler yürütülmektedir.
1987 yılından itibaren yoğunlaşan bu faaliyetler 90'lı yılların sonunda zirveye ulaşmıştır.
SÜLEYMAN SOYLU’NUN MÜCADELESİ
Çözüm sürecinin rafa kaldırılması, 'Devlete meydan okuyanlardan tavizsiz şekilde hesap sorulması ve terörün kaynağında yok edilmesini’ esas alan yeni terörle mücadele konsepti; son derece uygun bir konsepttir. Sayın Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı olmasından sonra sergilediği ‘Cesaret ve güven verici’ yaklaşımlar güvenlik güçlerimizin mücadele azmini artırıcı bir rol oynamıştır.
Her ne kadar siyasi görüşlerimiz farklılık gösterse de; milli hassasiyetler bakımından ortak değerleri paylaştığımı söyleyebilirim. Sayın Bakan bölge ve ülke için bir şanstır. Terörün kökü kazınana kadar aynı azim ve iradeyi göstereceğine yürekten inanmaktayım.
'Askeriyle, halkıyla, polisiyle iç içe olan, acılarını paylaşan, şevk ve heyecan aşılayan bir Bakan figürü'; uzun zamandır uzak kaldığımız bir olgudur. Bu görüşümü yadırgayanlar olacaktır elbette!
"Doğrudan vatanın bütünlüğü ve milletin birlik ve dirliğini ilgilendiren konularda siyaset üstü düşünmek" her vatan severin öncelikli görevi olmalıdır.
KARADENİZ, BU MİLLETİN SON SÖZÜDÜR
Ülkemiz büyük bir kuşatma altındadır. Bu kuşatmayı; 'Ortak ülküler etrafında kenetlenerek' aşabilecek güçteyiz. O nedenle; ortak milli bir tavır sergilememize mani olabilecek her türlü söylem ve fiilden kaçınmamız gerekmektedir. Biz Trabzonlular olarak; her zaman 'Gözü kararlığımızla, vatan ve bayrak sevgimizle, çalışkanlığımız, yardımseverliğimizle' övünmüşüzdür. Dünyanın neresinde olursa olsun; her zaman vatanın, milletin, mazlumun ve doğrunun yanında yer aldık; inşallah da hep böyle kalacağız.
Biz Türkiye’nin özü, büyük milletimizin son sözüyüz. İşte bu büyük hasletlerimizden dolayı bölgemizi terörize etmek istiyorlar.
Maçka’nın seçilmesi; coğrafi özellikleri dışında, özel bir önem arz etmemektedir. Maçkalı hemşerilerimiz; yurdumuzun her köşesindeki insanlar kadar çok yüce bir milli karakter taşımaktadır.
Bildiğimiz gibi; 1999 yılında Çaykara ve Hayrat ilçelerimiz ile Rize İkizdere İlçemizin kırsal kesiminde de terör olayları yaşanmıştı. Bölge turizmini baltalamak, son yıllarda cazibesi artmakta olan bölgemizin göz kamaştırmaya namzet ışığını soldurabilmek için; farklı eylemleri denemeleri de olasıdır.
Bunun için vatandaşlarımızın çok duyarlı olmaları ve şüpheli gördükleri her kişi, araç ve olayı gecikmeksizin en yakın güvenlik birimine bildirmeleri hayati önem taşımaktadır. Terörün halk desteği olmadan bir bölgede kök salması mümkün değildir. Kök salmadan teröristleri temizlemek esas amacımız olmalıdır.
Evlatlarımız bu amaca hizmet için şehit oluyor veya yaralanıyorlar.
Eren evladımız da bunun için yıldızlaştı.
BİZDEN HAİN ÇIKMAZ DUYGUSU!
Pontusçuluk faaliyetleri Yunanlı yazar olarak bilinen Yorgo Andreadis (gerçekte çok tecrübeli stratejik düzeyde bir istihbaratçı) öncülüğünde başlatıldı. Maalesef; çok sayıda gencimiz kandırılarak Yunanistan’a götürüldü, eğitildi.
“Bizden hain çıkmaz!” duygusu çok güzel bir duygudur. Ancak; üzülerek belirteyim ki, bunun hainlik olduğunu bilmeden, çok sayıda gencimiz Pontusçuluk faaliyetlerine alet olmuştur ve olmaya devam ediyor.
Karadeniz’deki kıt'a sahanlığımız içerisinde tespit edilen hidrojen sülfür yatakları ile diğer kaynaklar ve bölge insanının karakteristik özellikleri bölgemizi ve bölge halkını hain emellerin odağına yerleştirmiştir.
“Ermeni soykırımı” iddiaları ile “Pontus soykırımı” iddialarının koordineli olarak uluslararası gündeme taşınması ve Avrupa Parlamentosu’nda her iki konuda da aleyhimize kararlar alınmış olması; ne denli bir saldırı altında olduğumuzun önemli bir göstergesidir.
Bu sinsi girişimleri; Ege’de, Kıbrıs’ta, Batı Trakya’da, Suriye ve Irak’taki Türkmen bölgelerinde olup bitenden ayrı olarak değerlendirmemek gerekir. Hepsi ortak, topyekün bir saldırının cepheleridir.
“Terörle mücadele; aklın akılla mücadelesidir.” derler.
Birçok boyutu vardır. En önemli boyutu “halkın terörist faaliyetler hakkında bilinçlendirilmesidir.
İkinci boyutu halkın desteğinin sağlanmasıdır ki; bunun moral ve istihbarat desteğinin ötesine geçmemesi gerekir. Yani “Terörle silahlı mücadele” sadece güvenlik güçlerince yapılmalıdır.
Ancak; güvenlik güçlerinin ulaşamayacağı, yetersiz kalacağı yerlerde geçici veya sürekli köy koruculuğu sisteminin uygulanması zorunlu hale gelmektedir.
İnsanları aktif olarak devletin yanında yer almaktan alıkoyan en önemli faktör; 'korku'dur. O nedenle; terörün ilk hedefi; "korku salarak halkı pasifize etmektir." "Elde edilen istihbaratın süratle değerlendirilerek operasyona dönüştürülmesi ve teröristlerin etkisiz hale getirilerek halka güven duygusunun aşılanması" terörle mücadelenin ana ayaklarından biridir.
Maçka’da meydana gelen olayda; öncesinde oluşturulan güvenden ve aşılanan ruhtan kaynaklı olarak, yeterli ve zamanında istihbarat elde edilmiştir. İstihbaratın doğru şekilde değerlendirildiği anlaşılıyor.
Sorun; güvenlik güçleri ile mülki ve askeri makamlar arasında oluşturulması gereken koordinasyon safhasında başlamış, hazırlıksız ve yetersiz kuvvetle operasyona dönüştürülmesi ile devam etmiştir.
Terörize olmuş bölgelerde (Hakkari, Şırnak, Tunceli ve benzeri...); 30-40 kişilik terörist grupların varlığı ile Trabzon gibi bir yerde 2-3 kişilik bir grubun varlığı hemen hemen aynı değerdedir. Hatta Trabzon ve Rize gibi yerlerde bir teröristin varlığı bile çok önemsenmesi gereken bir olaydır.
Operasyona hazırlıksız ve yetersiz bir kuvvetle çıkıldığı anlaşılıyor. Maçka gibi, ayıların bile görülmesi zor ormanlık ve engebeli bir bölgede yapılacak operasyon için, çoğu kez, bir tabur, hatta bir tugay bile yetersiz kalabilmektedir. Tabii ki; özel eğitimli timlerin gerilla tipi faaliyetlerini bunun dışında tutuyorum.
EREN’İN OPERASYONA GÖTÜRÜLMESİ ANLAŞILABİLİR BİR DAVRANIŞ ŞEKLİDİR
Jandarmanın; alelacele, 15 yaşındaki bir çocuğun kılavuzluğunda operasyona çıkması anlaşılabilir bir nedene dayanmaktadır. O da; "teröristlerin bir an önce yakalanması dürtüsü"dür. Bu dürtünün cesaret ve atılganlıkla birleşmesi; tedbirsizliği ve felaketi de beraberinde getiriyor. Cesurca davranıldığı kuşkusuz ancak; akıllı davranılmadığı aşikardır. Eren’in kılavuzluğunda hareket etmek yanlış bir hareket tarzı değildir. Yeri Eren biliyor ve ondan yararlanılmak zorunda. Arazi yapısı da uzaktan göstermeye elverişli değil. Ancak; aynı arazi yapısı; sıçramalarla gizlenerek, sabırla hedefe yönelmeye de son derece elverişlidir.
Yani; arazi teröriste ne kadar arazide saklanma imkanı veriyorsa, güvenlik güçlerine de görülmeden hedefi tespit ve imha olanağı tanıyor. Kılavuzluk yaptırılan evladımıza çelik yelek, çelik başlık giydirilmediği, emniyet mesafesinde hareket ettirilmediği, nispeten önde yürütüldüğüne dair emareler mevcut.
Tabii ki; uzaktan ahkam kesmek kolay. Tam olarak ne yaşandığını; olay anında orada bulunanlar anlayabilir.
Operasyonun daha kapsamlı olarak planlanması gerekiyordu. Helikopterle indirme, kaçış yollarının karadan ve havadan destekle kesilmesi ve benzeri tedbirler alınması gerekirdi. Belki de bölgede konuşlu, süratle müdahale edebilecek özel birlikler yoktu.
Bu olay bize çok büyük dersler vermelidir.
Arz ettiğim gibi bu bölgedeki bir teröristin imhası; terörize bölgelerdeki 30-40, belki de 1000 teröristin imhasından daha da önemlidir. O nedenle; kuvvet planlamalarının araç, gereç, silah, teçhizat tahsisinin ve halkın terörle mücadeleye oryante edilmesinin; yeniden ve kapsamlı olarak ele alınması gerektiğini düşünmekteyim.
ÖZELLİKLE BU NOKTALARA DİKKAT EDİLMELİDİR
Bütün bunları yaparken de bölgenin imajının güçlü bir şekilde korunmasına özel bir önem vermek zorundayız. Burada; özellikle, her seviyedeki yetkililere yönelik çok önemli gördüğüm bir kaç hususu daha belirtmek istiyorum:
- Bölge terörle anılmamalıdır.
- Gelişmekte olan turizm sektörü sekteye uğratılmamalıdır.
- Ekonomik, sosyo-kültürel yatırımlar; terör nedeniyle akamete uğramamalıdır.
- Bölge halkı başka bir bölgenin halkına düşman hale getirilmemeli, halk sadece teröristi ve onlara destek sağlayanları düşman olarak bellemelidir.
- Çok zaruri haller dışında, terörle mücadele tamamen güvenlik güçleriyle yapılmalı, meydana gelebilecek önemli olaylarda, halkın duygularının kastı aşan suçlara sebebiyet vermesinin önüne geçilmelidir.
- Terörü lanetleyen miting, toplantı ve benzeri organizasyonlar; mümkünse, bütün siyasi parti temsilcilerinin, her bölge halkından vatandaşların katılımıyla yapılmalı, yine mümkünse; sanatçıların, bölge ileri gelenlerinin ortak bir tavır ve görüntü sergilemeleri sağlanmalıdır.
- Ben; ihmal etmediğimiz, küçümsemediğimiz ve toplumun her kesimi ile birlikte hareket ettiğimiz sürece; terörün veya dış mihraklı diğer operasyonların asla başarıya ulaşamayacağına inanıyorum.
Terörle mücadele yetkin ellere teslim edildiği, siyasi değil, sadece milli düşünüldüğü sürece, korkmamıza gerek yoktur.
Bu tür olayları ayrışmanın değil, daha da kenetleşmenin vesilesi yapmalıyız.
Şu anda uygulanmakta olan konsept doğrudur, ancak uygulamasında noksanlıklar vardır. Bu noksanlıkların giderilmesi konusunda yetkililerin titizlikle çalışmakta olduklarını gözlemliyorum. Dediğim gibi; siyasi her tür kaygıyı bir kenara iterek; terörle mücadelede devletin yanında olmalıyız. Yani direksiyondakinin dikkatini dağıtmamalıyız. Yoksa hep beraber yuvarlanıp, uçuruma sürükleniriz.
Allah devletimizin ve milletimizin kudretini daim; kılıcımızı keskin eylesin.
Bu vesileyle tüm hemşerilerimizin yaklaşan 30 Ağustos Zafer Bayramı ile Kurban Bayramlarını kutluyorum.
Şehitlerimizi minnet ve rahmetle anıyor, gazilerimizi saygıyla selamlıyorum.
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.