Ortahisar Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü’nün “Su, Gıda ve Enerji Politikaları” ana başlığıyla organize ettiği sempozyuma Türkiye’de iklim değişikliği konusunda uzman birçok akademisyen katıldı. Üç oturumda gerçekleştirilen panelde iklim değişikliği ve küresel ısınmanın Karadeniz Bölgesi’ne etkileri ve alınması gereken önlemler tartışıldı.
Moderatör Bilgin Akbal’ın (TMMOB EMO İklim Değişikliği ve Elektrik Enerji Üretimi AÇG Başkanı) yönettiği panelin 1. oturumunda, “Sürdürülebilir Su, Tarım ve Gıda Politikaları” başlığı altında akademisyenler; Dr. Haluk Üstün (Tarım Bakanlığı E., Ülke Politikaları Vakfı Danışma Kurulu Üyesi)- “İklim Değişikliği ve Bitkisel Üretim”, Ortahisar Ziraat Odası Başkanı Mustafa Bekar –“İklim Değişikliği ve Hayvancılık”, Prof. Dr. Coşkun Erüz (KTÜ Deniz Bilimleri Fakültesi)-“İklim Değişimi ve Etkisinde Deniz Kaynaklarından Sürdürülebilir Yararlanma (Avcılık, Yetiştiricilik)”, Prof. Dr. Zafer Yücesan (KTÜ Orman Fakültesi-Trabzon TEMA İl Temsilcisi)-“Ormanların Ekosistem Hizmetleri ve İnsanlığa Sağladığı Ürünler”, Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu (KTÜ Orman Fakültesi)-“İklim Değişikliği Bağlamında Doğal Kaynak Yönetimi ve Doğa Koruma Zorunluluğu” konularıyla ilgili sunum yaptı.
Moderatörlüğünü Teoman Alptürk’ün (TMMOB 28.-32. Dönem Yön. Kur. Bşk, EMO Daimi Enerji Kom. Yürütme Kurulu Bşk. Yrd.) yaptığı panelin 2. oturumunda, “Enerjinin etkin Kullanımı ve Yenilenebilir Enerji Dönüşüm Politikaları” başlığı altında; Bilgin Akbal (TMMOB EMO Enerji Daimi Komisyonu Üyesi)-“Enerji Politiası ve İklim”, Naci Işıklı (Enerji Verimliliği ve Yönetimi Derneği Genel Sekreteri)-“Enerjinin Etkin Kullanımı”, Dr. Sena Serhadlıoğlu (Kıdemli Enerji Analisti/SHURA)- “2053 Net Sıfıra Ulaşmak için Neler Yapılmalı?” konularını işledi.
ELE ALINAN KONULAR
Moderatörlüğünü Bilgin Akbal’ın (Ülke Politikaları Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi) üstlendiği panelin 3. oturumunda, “Dönüşümün Gerçekleşmesi ve Ulusal Kalkınma İçin Neler Yapılabilir?” başlığı altında “Karadeniz Bölgesi’nde su, hayvancılık, gıda, iklim değişimi, balıkçılığın gelişmesi, tarımın gelişmesi, çevreye zarar veren madenler, deniz dolgusu, HES’ler, orman yangınları ve ormanları koruma” konuları üzerinde duruldu. Bu oturumda; Prof. Dr. Dilek Beyazlı (KTÜ)-“İklim Eğitimi ve Farkındalık”, Dr. Yüksel Yalçın (Endüstri Mühendisi-İstanbul Enerji A.Ş Genel Müdürü)-“Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı (SECAP)”, Arif Künar (Elektrik-Elektronik Mühendisi-Enerji Uzmanı) –“Sürdürülebilir Şehirleşme ve Dijital Şehir Çözümleri”, Ali Çankaya (Y. Ziraat Mühendisi- Trabzon Eski İl Tarım Müdürü) –“İklim Değişikliğinin Tarıma Etkileri”, Berna Kara (TAKAT Trabzon Afet Gönüllüleri Arama ve Kurtarma Derneği)-“Bölgede Yaşanmakta Olan Çevre Sorunları” konularını ele aldı.
“ÜRETİMDE BİRİNCİ DURUMDAYIZ”
Sunumunda Türkiye’de 200 çeşit tarım ürünü yetiştiğini ve bu ürünlerden 20 tanesinde dünyada birinci olduğuna vurgu yapan Ülke Politikaları Vakfı Danışma Kurulu Üyesi Dr. Haluk Üstün, “Şu anda tarımdaki nüfus miktarımız 5 milyon civarında ve yaş ortalaması 58’dir.
Tarım açısından ve biyoçeşitlilik açısından öyle güzel memleketimiz var ki, böyle bir ülke bulmak mümkün değil. Ülkemizde yetişen tarım ürünü sayısı 200’dür ve 200 çeşit ürünün 20 çeşidinde üretimde birinci durumdayız.
Kırsal nüfus bilinçli ve akıllıca azaltılmalı. Çok zengin bir ülkesiniz, askeri açıdan güçlüsünüz, sanayiniz çok ilerde ama yiyecek ekmeğiniz yok. Paranız olsa bunu ithal edemezsiniz çünkü alacağınız ülke ilk önce kendi vatandaşlarını doyurmak zorunda.
Tarım konusunu artık o kadar ön plana çıkarmak zorundayız ki yoksa aç kalacağız, aç.” ifadelerini kullandı.
“BİZ AŞIRI ŞEKİLDE KULLANIYORUZ”
İklim değişikliğinin önlenememesi durumunda tarım ürünleri fiyatlarında yüzde 60’a varan artışlar olacağını dile getiren Üstün, “Su kaynakları konusunda çok zengin falan değiliz ve su kaynaklarının yüzde 75’i tarımda kullanılıyor. Yani su tasarrufu yapılacaksa tarımda yapılacak. 1998 tarihli mera kanunu kabul edildiğinden bu yana pek çok değişikliğe uğrayarak mera alanları kentsel gelişim alanlarına açıldı.
Hayvancılıkta eğer yeterli meranız yoksa üretimden kâr etme imkânınız çok az. Dolasıyla meralarımıza gözümüz gibi bakmak zorundayız. Toprak ve bitki analizleri yaparak gübre programları oluşturmak zorundayız.
Mineral gübreler, pestisitlerin sağlık için tehlikeli olması nedeniyle kullanımı azaltılmalı. Kompost gübre üretimine ve kullanımına önem verilmeli. Toprak işlemeyle karbon üretimi ortaya çıkmaktadır. Toprağa direk ekim yapan makineler geliştirilmiştir. Sera gazı emisyonlarının azaltılması ormanlık alanların ve mera alanlarının artırılmasıyla mümkündür.
Arazilerin toplulaştırılması karbon üretimini azaltıyor. Bu da önemli bir konu. Sera gazı üretimine 43 farklı sektör neden olmakta. Sera gazının yüzde 32’si endüstriyel üretimden, yüzde 30’u enerji sektörü, yüzde 16’sı ulaştırma, yüzde 16’sı diğer sektörler ve yüzde 6’sını tarım sektörünün oluşturduğu görülmüştür.
İklim değişikliği önlenemezse 2050 yılında tarım ürünlerinde yüzde 60’a varan artışlar bekliyoruz. Su tasarrufunda bulunmak için tarımda su kullanımı yüzde 10 azaltılarak üretim kaybının çiftçilere devlet tarafından ödenmesi sağlanmalı. Kuraklık yönetim planları hazırlamak zorundayız. Yeraltı su kaynakları en son kullanılması gereken kaynaklardır, biz aşırı şekilde kullanıyoruz.” dedi.
“ÖNEMLİ BİR TEHDİT UNSURU”
Ortahisar Ziraat Odası Başkanı Mustafa Bekar, ilerleyen yıllarda dünyada nüfus artışına paralel olarak et üretimine yönelik talebin iki kat artacağına dikkati çekerek şunları aktardı: “Tarımsal ve hayvansal üretim faaliyetleri besin zincirinin bir halkasıdır. Bu da iklimle doğrudan ilintilidir. Önümüzdeki yıllarda et ve süt üretimi talepleri iki katına çıkacaktır.
Tüm bunları dikkate aldığımızda iklim değişikliğinin hayvancılık üzerinde de olumsuz sonuçlara yol açacaktır. Küresel ısınma hayvansal üretimi etkileyecektir. Et, süt ve yumurta üretiminin kalitesinde çokça azalmalar görülecektir.
Bunun yanında hastalıklar ve üreme problemleri gibi birçok sorunun ortaya çıkmasına neden olacaktır. İklim değişikliği birçok bölgede hayvancılığın ve tarımın sürdürülebilirliği noktasında birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir.
İklim değişikliğine bağlı hayvansal üretimin azalması gıda açığını ortaya çıkaracaktır. İklim değişikliği sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi karşısında en önemli problem olmanın yanında insanoğlunun geleceği için de önemli bir tehdit unsurudur.
Hayvansal ve tarımsal üretimin olduğu bölgelerde iklim değişikliğinin olumsuz sonuçları daha çok ortaya çıkacaktır.”
“BİYOLOJİK MÜCADELE YAPILMALI”
Bekar, iklim değişikliğiyle mücadele için hayvancılıkta şu tedbirlerin alınması gerektiği üzerinde durdu: “İklime dirençli hayvan ırkları yetiştirilmeli. Küçükbaş hayvancılık teşvik edilmeli, hayvancılık işletmelerinde yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalı.
Yağmur suyu toplama sistemleri işletmelere dahil edilmeli. Hastalık ve zararlılara karşı toplu mücadele yapılmalı. İklim değişikliği kokarca gibi bazı zararlı böceklerin üremesine yol açıyor. Bunlarla ilgili bilinçlendirme faaliyetleri biyolojik mücadele yapılmalı.”
“DENİZ SUYU SICAKLIĞI ARTIŞ GÖSTERİYOR”
Sunumunda Karadeniz’de deniz suyu sıcaklığının bir derece artış gösterdiğine vurgu yapan KTÜ Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Coşkun Erüz, “Türkiye, güneydeki hava kütlelerinin iklim değişikliği nedeniyle daha fazla etkisi altına giriyor. Ama bu her yer için aynı değil. Örneğin Karadeniz Bölgesi için daha fazla yağmur şeklinde ortaya çıkacak.
Aslında deniz de hava gibi sabit duran bir yapı değil, o nedenle biz hava kirliliğinden bahsederken bununla bütün dünyanın mücadele etmesi gerektiğini söylüyoruz. Deniz kirliliğinde ise o denize kıyısı olan bütün ülkelerin mücadele etmesi gerekir. Çünkü çöpler denizlerdeki taşıma sistemi ile bütün ülkelerin kıyılarına yayılıyor ve taşınıyor.
Dolayısıyla bir bütünün parçasıyız. Deniz sürekli dinamik ve hareket halindedir. Son 50 yılda sıcaklıklar Karadeniz’de yaklaşık 1 derece artış gösterdi. Şu anda deniz yüzey sıcaklığı 18,5 derece. Karadeniz’de de bütün okyanus ve denizlerde olduğu gibi deniz suyu sıcaklığı artış gösteriyor.
Bunun nereye kadar devam edeceği insanlığın sera gazlarını azaltmasına bağlıdır. İklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’nin birçok kesiminde yağışlarda azalma beklenirken Karadeniz’de ise, artış öngören modeller ve senaryolar var.” dedi.
“BALIK TÜRLERİNİN AZALMASINA NEDEN OLDU”
Dünyada mikro plastik sorununa dikkati çeken Erüz, kutuplar ve Antartika kıtası dahil mikro plastiğin ulaşmadığı hiçbir yerin olmadığının altını çizerek şöyle konuştu: “Özellikle plastik havada, suda, toprakta var. Mikro plastik dediğimiz maddenin dünyada olmadığı hiçbir yer yok. Kutuptaki penguenin vücudunda da Antartika’daki buzulun içinde de artık mikroplastik var. Bunun sebebi de biz insanlardır.
Küresel ısınmaya bağlı deniz suyu sıcaklığının artması deniz suyu kimyasını da değiştiriyor ve deniz suyunda asitleşme sorunu başlıyor.
Bu kirlenmenin artmasına neden oluyor ve denizlerdeki balıkların yiyecekleri olan plankton vb. ürünlerin azalmasına yol açıyor. Deniz canlılarının beslenme zinciri bozuluyor. İklim değişikliğine adapte olamayan canlılar yok oluyor, adapte olan birtakım fırsatçı türler ise balık türlerinin azalmasına neden oluyor.”
“ÇOK DOĞRU BİR ADIM”
İklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarıyla mücadele için balıkçılıkta her balık türüne kota konulması gerektiğini belirten Erüz, şunları aktardı: “Mücadele etmek için balıkçılıkta kota konulmalı. Şu anda avcılıktan daha çok yetiştiricilik ön plana çıkmaya başladı.
Küresel ısınma balık yetiştiriciliğini de etkileyecektir. Hamsiye ve diğer türlere avlanma kotası konulması çok doğru bir adım.” ifadelerini kullandı.
“ÖNEMLİ SORUMLULUKLAR DÜŞÜYOR”
İklim değişikliğiyle mücadele için doğanın korunmasının önemine değinen KTÜ Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Zafer Yücesan (Trabzon TEMA İl Temsilcisi), “Ormanlardan orman ürünlerinin yanı sıra madenler ve bitkisel ürünler ve hayvanları elde ediyoruz.
Toprak erozyonunu önleme konusunda ormanlar çok önemli. Buna uygun olarak işletme stratejileri de belirlenmeli. Ama uygulamada bunun dışına çıkan durumlar da oluyor. Çığ tehlikesi, taşkın ve sel tehlikesi olan yerlerdeki ormanlar erozyonu önleme noktasında çok mühim.
1960 yılından günümüze kadar atmosfere salınan sera gazlarında iki kattan fazla artış var. İklim krizinden geri dönmek mümkün değil, bunu durdurabilmek için çaba sarf ediyoruz. Bundan dolayı biz insanlara koruma kollama dengesi içinde çok önemli sorumluluklar düşüyor.
Politikalara yansıyacak ve genel davranış biçimine dönebilecek hareket mekanizmasını işler hale getirmek mecburiyetindeyiz. Doğa koruma fonksiyonu çok önemli. Milli Park, tabiat parkı dediğimiz alanlar çok önemli.” şeklinde konuştu.
“KISA ZAMANDA DÜZELTİLMESİ ELZEM”
Ormanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklikle bakanlığın izniyle birlikte bütün orman alanlarında madencilik faaliyetlerine izin verilebileceğinin altını çizen Yücesan, “6831 sayılı Orman Kanunu ormanları korumaya yönelik bir kanun ama bunun 16. maddesi her türlü madencilik faaliyetine izin veriyor.
Daha önce bu kanunda üstün kamu yararı söz konusu olduğunda şeklinde bir ifade vardı bu kaldırıldı. Şimdi her yerde maden aranabilir. Her yer Orman Bakanlığı’nın iznine bağlı olarak madencilik faaliyetleri için kullanılabilir.
Bütün ormanlar bunun içerisinde. Bursa’da Uludağ’ın bir kısmı Milli Park alanının dışına çıkarıldı. Son söz 16. madde ormanların geleceği açısından iklim değişikliği açısından, yaşanabilir dünya açısından önemli bir tehdidi barındırıyor, mutlaka en kısa zamanda düzeltilmesi elzemdir.” ifadelerini kullandı.
“BÜYÜK BİR ETKİSİ VAR”
İklim değişikliğine küresel ısınmaya bağlı olarak risklerin her geçen gün arttığını belirten KTÜ Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Kurdoğlu, “İklim değişikliğinin insanlığın ve bütün canlı formlarının hayatını zorlaştıracağını, değiştireceğini yok edeceğini söylüyoruz. Şu anda 6. büyük yok oluşu engelleme derdindeyiz.
Karbon emisyonunu eğer şimdi durdurabilirsek 2050 net sıfıra getirebilirsek mühim bir konuyu başarmış oluruz. İklim değişikliği ve küresel ısınmayla ilgili riskler her geçen yıl artıyor. Doğal kaynaklarımızı doğru yönetmeliyiz, bunun sürdürülebilirliğini sağlamalıyız. Temel sorun da bütün dünyada doğal kaynak yönetiminin akılcıl kullanmamaktan geliyor. Son 50 yılda yaban hayatında yüzde 73’lük bir azalma oldu.
Tatlı su popülasyonlarında yüzde 85’lik azalma oldu. Dünya biyolojik çeşitliliğinin yüzde 40’ı tatlı sularda ve biz bunların yüzde 85’ini yok ettik. Örneğin biz HES’lere karşı değiliz, ama ardışık HES’ler yaparak o dere yatağında kuraklığa sebep oluyorsanız tatlı su ekosistemindeki canlılar ortadan kalkıyor ve bu denizdeki planktonlara kadar her şeyi etkiliyor.
Karaların yüzde 65’i denizlerin ise yüzde 70’i dönüşüme uğramıştır. Aslında Karadeniz’de dönüşüme uğratılmış bir ekosistemdir. Felaket kapımızın eşiğini aşmış durumda. Bu yıl Karadeniz’in sıcaklığı ilk defa 29 dereceyi buldu. İlk defa Akdeniz’i geçti. Bunda iklim değişikliğinin büyük bir etkisi var.” cümlelerini kullandı.
“HEYELAN TEHLİKESİ ARTIYOR”
Türkiye’nin ilerleyen yıllarda yüzde 80 oranında su kıtlığına girecek ülkeler arasında gösterildiğini kaydeden Kurdoğlu, “Biz su zengini değiliz, kişi başına şu an 1300 metreküplük bir kullanma suyumuz var. Hakikaten su kıtlığına girmek üzereyiz. Türkiye yüzde 80 oranında su stresine girecek ülkeler arasında gösteriliyor.
Sıcaklıkların artması çay ve fındığın daha eğimi yüksek olan bölgelerde ekilmesine imkân tanıyor ama sel ve heyelan tehlikesi de o oranda artıyor. BM Genel Sekreteri iklim değişikliğiyle ilgili kırmızı alarm verilme noktasına gelindiğini söylüyor. Bitkilerin ve hayvanların üremesini de etkiliyor iklim değişikliği. Biz milli park ve benzeri korunan alanları mutlaka artırmalıyız.
Bu alanlar bir ülke için onurdur ve bir ülkenin geleceğine yaptığı yatırımlardan en önemlisidir. Çünkü korunan alanlar iklim değişikliğiyle mücadelede küresel olarak en geçerli akçelerden biri.
Ardışık HES’ler ekosisteme zor zarar veriyor. Bu HES’lerin olduğu derelerde su yüzde 10 akmakta.” şeklinde konuştu.
“HİÇBİR FAYDASI YOK”
Derelerde ardışık şekilde HES’lerin yapılmasının doğayı tahrip ettiğini ve dere suyunu yüzde 10’a kadar düşürdüğüne vurgu yapan Kurdoğlu, “DSİ’nin dere ıslahı bütün dere ekosistemini çökertiyor. Dere ıslahı demek aslında derelerin eski doğal haline getirilmesinin adıdır. Turizm için eşil yollar yapıp, yaylaları tahrip ediyoruz ama hiçbir faydası yok.
Ormanlık alanlarımız azalıyor. Yaklaşık son 20 yılda 900 bin hektar alan başka amaçlar için tahsil edilmiştir. Bu tahsis hem ekolojik olarak yanlış, hem de uzun vadede de ekonomik olarak yanlıştır. Orman alanlarının ve doğal alanların yok olması iklim değişikliğinin ve etkilerini azaltma imkânını da bize bırakmayacaktır.
Orman kesimi de 2017’de 18 milyon metreküpten 2022’de 31 milyon metreküpe çıkmıştır. Bu asla ve katta kabul edilebilir bir şey değildir. Hızla ormanlarımızı kesiyoruz. Ormanlarımız gittikçe parçalanıyor.
Ne kadar parçalıysa korunması da o derece mümkün değildir. Sadece 160 bin hektar orman alanı 2003’ten bu yana madenciliğe tahsis edilmiş durumda. Madenciliğe tahsis edilen alanın ormana geri dönüşü yoktur. Madencilikte kullanılan ağır metaller buna olanak vermez. Bundan sonra yapacağımız etkili koruma sistemleriyle geriye dönüş mümkündür.
İklim değişikliğiyle sağlıklı mücadele için ekolojik alanların en az üçte birinin korunması gerekmektedir. Ormanlarımızı koruyacağız çünkü Türkiye çevre performans endeksinde dünyada 180. sırada. Perişan durumdayız, o yüzden korumak yeniden yapmaktan çok daha kolay ve ucuzdur.” açıklamalarında bulundu.
ACİLEN SU KANUNU ÇIKARILMALI
Sempozyumda moderatör Bilgin Akbal, Türkiye’de su kanunu olmamasının çok büyük bir eksiklik olduğunu belirterek, su kıtlığının yaşandığı dünyada bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi acilen su kanunu çıkarılması gerektiğini söyledi.
Sempozyumun son bölümünde Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya, sunum yapan katılımcılara plaket ve teşekkür belgesi takdim etti.
Kaynak: