Turgay Beşyıldız
Gişelerin önünde sabahlamıştık!
Avni Aker Stadyumu’nda, maraton tribününün üst kısmı ek tribün olarak inşaat aşamasındaydı. Kaba inşaatı bitmişti.
O şekilde de beton basamaklar üstünde seyirciler, oturdukları yere bir gazete yada bir karton parçası koyup karşılaşmaları izleyebiliyorlardı.
Yıllar 1980’e merdiven dayamıştı ama 12Eylül 1980 ihtilali henüz olmamıştı, yakındı.
Trabzonspor yine liglerde fırtına gibi esiyordu.
Yine ezeli rakibiyle, yani önemli bir Fenerbahçe maçı vardı…
O zamanlar ne paso lig, ne de kombine denilen kart vardı.
Biletini gişeden aldın aldın, maça girersin.
Yoksa karaborsada bilet ararsın yada seyredemezsin.
Söz konusu karşılaşmanın tıklım tıklım olması bekleniyordu.
Stadyum, Yenimahalle’de ki evlerimize en fazla 200- 300 metre mesafedeydi.
Stadyumun yanında atış poligonu ve poligonun kuzey duvarının hemen arkasında eski bilet gişeleri vardı.
O yıl Trabzon Lisesi’nde öğrenciydim. Siyasi ve anarşi ortamının kardeşin kardeşi sağ-sol davasıyla dövdüğü ve öldürdüğü ve de kapının arkasında kıs kıs gülen Amerika’nın ekmeğine yağ sürdüğü dönemdi.
Bir tarafta Devrimciler, bir tarafta Ülkücüler, bir tarafta Akıncılar, çatışmasının içerisindeydi.
Mahalle duvarlarında ki siyasi yazılar artık alışılmış bir görüntüydü ‘’Tek Yol Devrim’’ ,‘’Dev Genç ‘’, ‘’Komünistler Moskova‘ya’’, ‘’ Bozkurtlar Ölmez’’, ‘’ Tek Yol İslam-Akıncılar’’ şeklinde sloganlar duvarları süslüyordu!
Kısacası dış güçlerin, o zamanda aktif rol aldığı bir başka karanlık dönemdi.
***
Dokuz, on kişilik bir grup mahallenin gençleri olarak, gece yarısı saatlerinde yakın olan evlerimizden gişelerin önüne çıkarak, her gişenin en önüne içimizden iki-üç kişi konuşlandırdık.
Amaç, bazı arkadaşlarımız çok bilet alacak ve biletler öğlen saatlerine doğru gişelerde bitince, maç saatine kadar karaborsa satacak ve harçlıklarını çıkaracaktılar. Bendeniz de onlarla bu heyecanlı geceye eşlik ediyordum.
Benim maça ücretsiz girmek için, amatör futbolcu olduğuma dair pasom vardı. O dönemlerde böyle bir uygulama geçerliydi.
Gişelerin tam önünde ortada bir ateş yakılmıştı, sanırım kıştan çıktığımız bahara göz kırpmaya başlayan günlerdi, gecenin serinliğini ısıtıyordu.
Hem sohbet ediyor hem ateş başında, pille çalışan teypteki kasetlerden şarkılar, türküler dinliyorduk.
Hiç unutmam Hüdai Aksu söylüyordu ‘’Gecelerrrr…. Ahhhhh gecelerrrr’’...
Ardından dönemin moda parçası ‘’Sabuha’’yı, İbrahim Tatlıses avazı çıktığı kadar seslendiriyordu.
Sohbet, mohbet, gırgır, şamata derken, gece yarısı geç saatlerde acıkmıştık, sıcak ekmek ve açık bir bakkaldan zeytin, peynir almak için iki-üç arkadaş protokol tribününün yanındaki aradan aşağıya doğru, hemen 100 metre aşağımızda
Yenimahalle’de ana cadde üzerindeki Kelkitli rahmetli Osman amcanın fırına indik.
***
Alacaklarımızı alıp, aynı aradan gişelerin önüne yukarı doğru çıkarken, aranın başında eski siyah beyaz bir minibüs polis arabası aniden arkamızda durdu ve içinden 4-5 polis gürültülü bir şekilde hızla çıktı. Ellerinde silahlar, sertçe ‘’Durun kıpırdamayın’’ diye bağırdılar. Biz üç arkadaş, nam-ı diğer ‘Amca’ İdris, Gökhan ve ben, ne oluyor diye arkamızı döndük ve ellerimizi havaya kaldırdık, havadaki her iki elimizde de sıcak ekmekler ve poşetler vardı.
Trabzon Emniyetinde zamanın asayiş şubesindeki, şehir de ün yapmış Başkomiseri merhum Hasan Kutlu ve ekibiydiler. Sıkıntılı ve belalı bir ekipti duyardık hep.
Yanımıza yaklaştı ve iki elini arkadan bitiştirmiş bir şekilde, yan tarafımızdaki evin duvarlarındaki siyasi sloganları gösterdi ‘’Bu yazıları duvarlara siz mi yazdınız?’’ dedi ve ‘’Açın ellerinize bakacağım.’’ diyerek sert bir şekilde devam etti. Biz elimizdeki ekmekleri, poşetleri yere bıraktık, ellerimizin avucunu açtık boya izi var mı, yok mu? diye baktılar.
Biz aşağı doğru inerken o yazılar yoktu, biz fırından ekmek alıp yukarıya doğru dönene kadar birileri aradaki duvarları yazmış ve ortadan kaybolmuştu.
Derdimizi anlattık ‘’Yaa, Baş komiserim biz öğrenciyiz, aynı zamanda amatör futbolcuyuz biz yazmadık. Biz bu mahallede oturuyoruz. Gişenin önünde bilet kuyruğundayız yarın ki maç için’’ dedik.
Biraz inandı, birazda inanmadı. Kimliklerimize baktılar, üstümüzü, başımızı aradılar. Amca İdris’i mahalleden simaen tanıdılar.
Sonrada sert bir şekilde bize, içlerinde minibüsü de kullanan sarışın olan polis memuru ‘’Atlayın arabaya’’ diye bağırdı.
***
Biz polis arabasında bi yarım saat kadar, gergin bir ortamda Trabzon’u gezdik .
Aracın torpido gözünde şişeler, birbirine çarpıyor şıngırdıyordu. O ara Baş komiser Hasan Kutlu ‘’Alın size kırmızı şarap vereyim’’ dedi arkaya doğru şişeleri uzattı.
‘’Biz içmiyoruz, gişe önünde bekleyen arkadaşlarımıza verelim’’ dedik.
Ama o ara İdris ile Gökhan birer şişeyi koltuk altı etti bile.
Gergin hava yumuşamaya başlamıştı.
O jeste karşı bu işten bir an önce kurtarmak için, Gökhan evdeki zulasından, o günlerde bulunmayan ve çok değerli olan iki paket Samsun 216 sigarasını polis minibüsünü evin önünde durdurarak alıp geldi '' Baş komiserim bak biz de ne var buyurun’’ deyip uzattı. Yani bu hareket, bırak bizi de gidelim demekti. Kutlu’nun gözleri parıldadı. Gerçekten Samsun 216 sigarası çok kaliteliydi ve o dönem karaborsaydı. Bulunmuyordu, hasır bilezik, Hint kumaşı gibiydi.
Hani ya kız istemeğe git. Çikolata, çiçek yerine bir karton Samsun 216 getir kızın nüfus kağıdını alır giderdiniz, öyle bir dönem.
O zaman cep telefonu da yok.
Gişe önündeki arkadaşlar haliyle bizi merak etmeye başlamışlardı.
Polis minibüsü Trabzon Sanat Okulu’nun önünden gelip, gişelerin önünde yanan ateşe hızla yaklaştı ve sert bir frenle durdu. Uzun boylu, zayıf bir fiziği olan Baş komiser Hasan tek başına aşağıya indi, minibüs’ün içi görünmüyordu, ateş başındaki arkadaşlara burada ne yaptıklarını sordu . Onlarda yarınki önemli Trabzon-Fenerbahçe maçı için bilet kuyruğuna girdiklerini söyledi.
Ardından minibüse döndü ve bize seslendi ‘’İnin’’ diye. Sonra bizi göstererek ‘’Bunları tanıyor musunuz?’’ dedi. Arkadaşlarda şaşkın bir şekilde, bir yandan da ne olup bittiğini anlamaya da çalışırken ‘’Evet tanıyoruz. Hatta bizde merak ettik fırına ekmek almaya gitmişlerdi. Bizim bu mahalleden arkadaşlarımız’’ dediler.
sonra herkesin çekindiği zamanın hızlı meşhur Baş komiseri Hasan Kutlu bize döndü ''Hadi yine yırttınız'' dedi. Atladı minibüsüne ekibiyle karanlık dar sokaklarda hızla kayboldu gitti.
Arkadan ateş başındaki arkadaşların halimize bakarak attığı kahkahaların sesleri, ara sokaklardan geçerek üstten aşağıya yalıya kadar indi.
***
Sabah gün açana kadar polis ekibiyle aramızda bu olan bitenleri ballandıra ballandıra anlatarak, hem kahkahalarla güldük, hem konuştuk.
Günün güneşli ilk ışıklarıyla birlikte Trabzonsporlu taraftarlar şehir içinden, köylerden ve ilçelerden gruplar halinde gelmeye başlamış ve en önde bulunduğumuz gişelerde arkamıza doğru kuyruğa girmeye başlamışlardı.
O zaman ki tek kanal TRT de naklen yayın imkanı da yoktu.
Sabah saat:08.oo'de gişe açıldığında kentin yarım akıllıları da, Ortahisarlı Bayram Ali, Pasaklı İzzet, Anthon Muzaffer, Deli Musa'da gişe civarlarında dolaşmaya ve görünmeye başlamıştı.
Hatırlayanlar bilir gişeler kapalı tribünün batı tarafındaydı. Birinin en önünde yandaki demir profilin üstüne çıkıp arkaya doğru baktığımda, bilet kuyruğunun o aradan aşağıya Yenimahalle'ye, Maraş caddesi üzerine kadar indiği gördüm. Müthiş bir kalabalık vardı.
Arkadaşlar ve bizler alacakları kadar maraton ve kale arkası biletini almış, gecenin yorgunluğuyla beraber bazı arkadaşlarımız aldıkları biletleri karaborsada satmış ve hep beraber stadyum kapılarına doğru yönelmiştik.
***
Güneşli pırıl pırıl bir havaydı.
Yanlış hatırlamıyorsam Trabzonspor - Fenerbahçe ile 1-1 berabere kalmıştı. Ama ben ve bazı arkadaşlar, full durumdaki Maraton tribününde maç boyunca yüzümüze güneş vurunca, o sıcaklıkla da mayışıp, ağır bir şekilde uykusuzluktan uyuya kalmıştık.
Çünkü; Maraton tribününün çatısı henüz yapılmamıştı. Güneş direk üstümüze vuruyordu.
Anlayacağınız ilk yarıyı değil de, ikinci 45 dakikayı oturduğumuz yerde uyuklayarak geçirmiştik.
Tribünde ikinci yarı sesleri duymamıştık. Maç bitince herkes dağılırken o kalabalığın gürültüsüyle uyanmış ve yanımızda ayakta dışarı çıkmayı bekleyenlere, oturduğumuz yerden uykulu gözlerle ‘’Maç kaç kaç bitti’’ diye sormuştuk.
Onlar da bize şaşkın bir şekilde ''Siz neredeydiniz ya'' der gibilerinden, tuhaf tuhaf bakmıştı.