Turgay Beşyıldız

Turgay Beşyıldız

Kral...

Kış mevsimiydi.

Başında tam oturmamış siyah bir bere vardı.

beresi kendi halinden bezmiş, biraz da solgun, hani biraz başı daha eğilse de yere düşsem misali duran cinsten…

Zayıf bir vücut.

Altta düşük belli bir pantolon, üstte gri bir ceket.

İçinden yakaları kirli biraz da sarkmış, bisiklet yada V yaka ince bir kazak

veya bir penye tişört...

Sorardık ‘’Kral bu ne hal? Bu kış günü Avni Aker’de böyle maç seyredilir mi? Hasta olacaksın ‘’

Kral dan, herkese kral adıyla seslendiği için cevap ‘’ Boş ver kral, bizim işimiz bitmiş, unumuzu eledik, eleğimizi astık ‘’

Tam bir basın emekçisi eski dostumuz, tabiri caizse tam teçhizatlı bir kameraman gibiydi…

Bir omuzda küçük kamera, diğer omuzda tarihi bir fotoğraf makinesi, sağ omuzun da yıllarca bıkmadan taşıdığı için, omzunda kireçlenme yapan siyah yıllanmış şarap gibi duran fermuarı hep bozuk ve açık, siyah buruşmuş deri eski bir çanta.

İçinde malzemeler ve de eksilmeyen ama hiç eksilmeyen bir paket bisküvi, bir demli çay.

Bir de sekiz direkli hamam lüksü vardı kralın,

Ama o, tertemiz yürekli bir kraldı..

Üstelik masallarda geçenlerden daha da yürekli, temiz kalpli yardım sever bir kral.

Hani karıncayı incitmeyen, ona buna dokunmayan.

Hani ya, kendisine faydası olmayanlardan…

Sanıyorum, çeyrek asra yakın mesleğin içindeydi.

Karadeniz ve Kuzey Haber gazeteleri derken,Türkiye gazetesi ve İhlas Haber ajansı ve emeklilik ve de ardından bir yerel gazete de zaman zaman kalem oynatma...

Avni Aker’de bir maç günü stadyumun cafe sinde kendisi için sürpriz yapılıp kesilen, üstünde herkese kral diye seslendiği için lakabı kendine kalan ‘’KRAL’’ yazan bir yaş pasta ve ona bir emeklilik uğurlaması yapılmış, alkışlarla omuzlarda gezmişti…

Aslında O, hayata çoktaaaan küsmüştü.

Meğer biz krala emeklilik vedası değil, o gün yaşamının vedasını yapmışız bilmeden…

*****

Bir kurban bayramında, trafik kazasına kurban giden ablası, ardından çok sevdiği annesi ve rahmetli olan ablasının beyi, yani eniştesi ve en sonda babası, neredeyse hepsinin ölümleri peş peşe gelmişti..

Kralın asıl çöküşü o zaman başlamıştı…

Geride kalan, sağlık yönünden biraz rahatsız olan bir ağabey ve bir de abla vardı…

46 yıllık bekar ve çileli bir yaşam.

Neredeyse tüm Bahçecik Mahallesi dönüşüme uğramadan, kralı bu hayattan kurtarmak için onu evlendirmeye kalkmış ama O, her defasın da son anda direklerden geri gelmişti.

Meşin bir yuvarlak gibi, beklenen köşelere randevulara hiç gitmemişti!

Birini de sevmişti ya olmadı ama kader oda evlenmişti, öyle gerekiyordu.

…Ve kralın ona son sözü ‘’Bir gün son nefesimi verirken, başımda olmanı isterdim’’ olmuştu.

Ne garip bir tesadüf ki , son nefesini verirken O, hastane de kralın baş ucundaydı…

Bahçecik’de, şimdi istimlak edilmiş köhne bir mahalle arasındaki daracık sağlıksız bir evde, geçen bir yaşamdı, içinde kitapları ve dünyası saklı.

O, bizim İngilizce bilen kraldı ama kral ihtiyacı da olmayan bir çıplaktı.

Çünkü o, öyle istiyordu. Öyle seviyordu.

Sevdiklerinin art arda ölümü ve yalnızlık, kendisine önem vermemesi vücudunun soğuğa karşı korunmasına ve gıdasına hiç dikkat etmemesi, yalnız yaşaması onu toplumdan koparmış, sonun da bakımsızlık onu hasta etmişti.

Sonra sı mı? Bahçecik’de yıllar önce bir Ramazan ayında ki bir iftar sonrası, mahallesinin kıraathane köşesinde ve İmarethane dere sokağında yıllardır evinden yalnız çıkmayan ve sonunda rahmetli olan Duygu efendinin tek arkadaşı, radyo kolik sevimli patlıcan Mustafa ile peş peşe, dört-beş şişe maden suyunu hararet basınca, ardı sıra başına diklemişti.

Ardından evinde rahatsızlanınca hastaneye kaldırılmış ve bir grup meslektaşı hastanenin önünde ayak sürterken, karanlıkta kara haber gelmiş, yoğun bakımda vefat etmişti.

*****

Yıllarca arkadaşlarının ‘’Kendine hiç bakmıyor ve dikkat etmiyorsun‘’ telkinini hep kulak arkası etti.

Hastalığını son günlerde bilen ve herkesten bir sır gibi saklayan ve günden güne daha da zayıflayıp eriyen, yolda yürürken, yana doğru eğik başıyla hep bir adım önüne bakan, sağ omuzu çantanın ağırlığından aşağıya düşmüş, eller pantolonunun ceplerinde, ne sağına, ne de soluna bakan bir kral…

2002 yılında 20 yılını doldurunca, 43 yaşında basın emeklisi olmuştu.

2005 yılının ekim ayında, güneşli bir cumartesi sabahı, Trabzon Gazeteciler Cemiyetinin önüne koyulan örtülü masanın üstünde, iki rekatlık bir namazı olacak bir adam yatıyordu.

Dostları, akrabaları, arkadaşları ve bir kısım meslektaşı oradaydı…

Ne bir eş, ne bir çocuk görmüş, ne de bir çocuk başı okşamıştı.

Yıllarca takip ettiği Trabzonspor’dan, o dönemde bir yöneticinin bile cenazesinde olmadığı,

meslektaşlarından bazılarının bile, onu son yolculuğunda yalnız bıraktığı, bir adam…

Köyünden topladığı bir avuç fındığını bile emanete bırakan, emekli maaşını bile yeni yeni almaya başlayan parayla, pulla, kadınla, kızla, onla bunla işi olmayan bir kraldı.

En son girdiği ve çıkamadığı şeker komasıyla beraber, kendisini tamamen yalnızlığa itmişti.

Bahçecik’de gölge yapan bir selvi ağacının dibinde, üstelik ölümleriyle hayata küstüğün anne, babasıyla yıllardır beraber artık…

Düşük pantolonlu, astarı çekmiş gri ceketini sırtından çıkarmayan, kimseyi incitmemeye çalışmış bir adam.

Bisküviden başka bir şey yemeyen, çay dan başka bir şey içmeyen adam.

Ruhun şad olsun nam-ı diğer Kral, Muharrem Kaya…

Sanıyorum sen, artık yaradan katında da, gönlümüzde de bir kralsın…

YAZIYA YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.