İnsan ruhunun, zihninin karanlık taraflarından kör noktalarından biridir nefret. İnsan ilişkilerinin derinliklerinde, kuytu köşelerinde yaşayan, yıkıcı bir duygu. Sadece şahsi bir mesele olmayıp, toplumsal düzeyde de büyük etkiler yaratan duygudur. Bu duygu bir hayalet gibi herşeyin içine nüfuz edebilir. Bir bireyin, bir toplumun, bir kültürün içerisini nefretin nasıl şekillendirdiğini insanlık tarihinde çok kez müşahade edildi, edilmeye de devam ediyor. Öyleyse soruya cevap verelim.
Nefret, insanları birbirinden ayırır. Sınırlar çizer, duvarlar örer, setler çeker ve kalpleri birbirinden uzaklaştırır. Karşılıklı ilişkileri bozar, toplumun birlik ve beraberliğini zedeler.
Nefret, yalnızca kişisel düşmanlıkları değil, sistematik ayrımcılığı, toplumsal kutuplaşmayı da besler, hatta daha da körükleyici olur.
Nefret, insanın kendi içindeki ve toplum huzurunu tarumar eder.
Nefret iklimi sisli yağmurlu havaya gibidir. Nefret atmosferinde kültürel, toplumsal farklılıklar bir zenginlik olmaktan çıkabilir; birlik ve beraberlik için tehdide dönüşebilir. Bireysel ilişkilerde olsun, toplumsal yaşamda olsun fırsat bekleyenlerin her kötü niyetin, planların, stratejilerin kapısını açar. Dış tehdit ve saldırılar karşısında zayıf düşmeye zemin hazırlar.
Peki, bu yolun sonu nereye gider?
Nefretin peşinden gitmek, sonunda insanın yalnızlaşmasına ve her şeyin yok olmasına yol açar. Bir halkın, bir kültürün nefretle büyümesi, sadece o toplumun dokusunu değil, zamanla varlığını da zayıflatır. Nefretin beslendiği her ortam, tıpkı bir kanser hücresinin hızla yayıldığı beden gibi, toplumu yavaş yavaş içten tükedir.
Bir toplum, ya da bir birey, nefretle dolduğunda, bu duygu bir süre sonra bir boşluk yaratır. Bir türlü tatmin olmayan, beslenmeye devam eden bir boşluk. Sonuçta, nefret bir noktada kendisini tüketir ve geriye, bir zamanlar inşa edilmiş olan kin ve düşmanlık dışında hiçbir şey bırakmaz. Bir toplum nefretle yönlendiğinde, adaletin, barışın, eşitliğin ve anlayışın yerini, yalnızca boşluk ve kaos alır.
Ancak, her karanlık duygunun gerisinde bir ışık aramak mümkündür. Nefretin pençesinde boğulmuş bir birey ya da toplum, sonunda kendini iyileştirebilir. Nefretin tersine, anlayış, empati ve sevgi gibi duygular insana gerçek güç verir. Toplumlar, düşmanlıkların ve kutuplaşmaların ötesine geçebilir. Bireyler, nefretin kısıtlayıcı zincirlerinden kurtulup, kendi içsel özgürlüklerine kavuşabilir.
Neticede, nefretile nereye varılabilir? Bu sorunun cevabı basittir: Nefret ile hiçbir yere varılamaz. Nefret, ne bireyi ne tolumu bir yere götürmez; aksine, insanı ve toplumu kendi içindeki boşluklarla baş başa bırakır. Kaos, krizlerin içine atar. Kimden gelirse gelsin insani ilişkileri yıkar, toplumsal huzuru ve barışı ateşe atar. İnsani ve toplumsal değerleri kül eder. Kültür ve medeniyeti çökertir. Halbuki; sevgi, anlayış, hoşgörü ve empati, bizi yalnızca daha iyi bir birey ve toplum yapmaz, daha güçlü bir toplum olma yolunda da en büyük adımımızı atmamızı sağlar. Öyleyse; herkesin her zamankinden daha çok nefrete karşı durmaya ; sevgiye, saygıya, kardeşliğe, empatiye, huzura, anlayışa, birbirini anlamaya ihtiyacı yok mu?
Genellikle bu coğrafyada, en son söylenecek olanı en başta söyleme alışkanlığı var. İnsanlar empatinin ne olduğunu bile bilmiyorlar. Birbirlerine karşı anlayışsız ve duyarsızlar.
Yanıtla (0) (0)Keşke, bu sorunları aşacak kültürel yeterliliğe sahip olabilsek...
Biz böyle birisini tanır gibiyiz
Yanıtla (0) (0)ESSELAM
Yanıtla (0) (0)