İbrahim Değil

İbrahim Değil

Değirmendere’de Haydar öldü…

Çocukluk dönemi pek güzeldir, değil mi?..

Orhan Veli, benim küçük biraderim olur. Otuz altısında öldüğü için. “Çocuk gönlüm kaygılardan azade / Yüzlerde nur, ekinlerde bereket / At üstünde mor kâküllü şehzade / Unutmaya başladığım memleket” diye yazmış yirmilerinde.

Bense bir türlü unutamam o cânım çocukluk günlerimi.

Değirmendere’de rutubeti ve faresi eksik olmayan evlerde otururduk. Evlerimize hırsızlar girerdi. Fahri abiyi yakalayıp bir güzel tozunu almıştı memur beyler. Dün birinin ahırı, bugün başka birinin evi yanardı. Mahallede bir amca, karısını öldürüp intihar süsü vermek istemiş ama enselenmişti.

Fuat, iki buçuk lirasıyla on kutu kibrit almış, yakıp yakıp duruyordu. Sonra büyük bir ateş yaktı, ben de yanındaydım. Ateşin üstünden atlamaya çalışırken pantolonu tutuştu, ne yapacağımı bilemedim. 5. sınıfa giden bir abla koştu, pantolonunu çıkarıp onu yanmaktan kurtardı. Sonra bir gün çayırlarını çalıp çalıp yakan çocuklara taş atmak için yanımda duvara çıktı, dengesini kaybedip iki kat aşağı, betona çakıldı.

Bir komşumuzun kız çocuğu öldü, hastaydı galiba, cenazesini mutfakta lavaboya yatırmışlardı. Sarı, uzun, kıvır kıvır saçları vardı; ben yanında duruyordum.

Öğrenci bir abiyi vurmuşlardı terminalin girişinde. O da öyle hareketsiz yatıyordu. Cebinden bir otobüs bileti ve çeyrek ekmek alacak kadar parası çıkmıştı. Üzerine gazete örtmüşlerdi abinin. Gazetelerden biri uçtu, önüme geldi. Baktım, yine cinayet haberleri vardı gazetede.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum da biz çocukken ya herkes ölüyordu ya da her an ölecekmiş gibiydi.

Aslen siyah olup sonradan yeşile dönen önlükler giyerdik ilkokulda. Haydar sınıf arkadaşımızdı. Teneffüs olunca kantinden simit alıp bir iki ısırmıştı. Neşeyle bahçe duvarına doğru yay çizerek koştuğunu hatırlıyorum. Sonra tatil günü bilyeli arabasını sürerken bir kamyon ezdi Haydar’ı. O günlerden sonra Haydar’ın hiçbir yerde bahsi geçmedi. İşte, ilk defa bahsini ben açtım, onu da derhal kapatıyorum…

Babam bir gün eve silindirik bir kömür sobası getirdi. İçine hiçbir zaman kömür koyamadık ama bize çok fiyakalı bir şey gibi gelmişti. Sonra pedallı dikiş makinesi de aldı geldi. Öğretmenimiz Sadık Yazıcı, hayat bilgisi dersinde ödev verdi bir gün: “Evinizdeki elektrikli eşyaları yazın...” Ben heyecanla oturup yazmaya başlayacaktım ki sobanın da dikiş makinesinin de elektrikli olmadığını fark ettim. Biraz düşününce evde elektrikli hiçbir eşyanın olmadığını anladım. Utanıp deftere yalandan bir iki eşya yazdım.

Şimdi yazmaya üşendiğim, böyle “renkli” onlarca çocukluk anısı, unutmak için çabaladıkça içime daha çok girip yerleşir. Ben de Dıranas ustanın dizeleriyle haykırıp dururum:

“Ey unutuş, kapat artık pencereni!..

Ey unutuş, kurtar bu gamlardan beni!..”

YAZIYA YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.