İbrahim Değil
Sevdiğini öldüren canlı türü
Bingöl’den, Erzurum’dan, Ankara’dan, Bursa’dan; yurdun dört bir yanından leylek fotoğrafları düşüyor önümüze. Kızılcahamam’da bir iş insanının leylekler için yaptırdığı kuleleri 20 leylek mesken edinmiş. Yüksekova’da bir evin etrafında dönüp duran leylek için itfaiye erleri kalorifer bacasına çalı çırpıdan yuva yapmışlar. Bursa’nın Eskikaraağaç köyünde insanlar, biraz geciken Yaren leyleğin yolunu kaygıyla gözleyip kavuşmanın sevincini yaşamışlar…
Leylekler bu “otomatik” göçebe yaşantıyı içgüdüleriyle yaparken insanların onlarla ve yaşamla kurdukları bağlar akıl ve düşüncenin ürünüdür. İnsan, beyninin milyonlarca yıllık gelişimiyle içgüdülerini terk etmiş kabul edilir. Fakat yaşadığımız kimi olaylar bize, düşünme ve sorgulama yetisi gelişmemiş kişilerin hâlâ “içgüdü”leriyle ve genlerindeki kötücül kodlarla hareket ettiklerini göstermektedir.
Karaman’da bir şahıs, teyzekızına evlenme teklifinde bulunuyor. Olumsuz yanıt alınca silahını çıkarıp önce kadına, sonra kendine ateş ediyor. Sonuç: Kadın gencecik yaşında hayata veda ederken hafif yaralanan erkek yaşıyor. Onu “sevdiği”nin canına kıyıp kendi tatlı canına kıymaktan alıkoyan şeyi -ruhbilimcilerin affına sığınarak o hayvansal sözcükle- “içgüdü” olarak adlandırmak isterim.
Nijerya’da okula giden kız çocuklarına yönelik kanlı eylemleriyle dikkat çeken Boko Haram örgütü, binlerce insanı öldürdü. İran’da son bir yılda 238 okulda 5 binden fazla öğrenci zehirlendi. Kızların okula gitmesine karşı olan bazı grupların kimyasal saldırı düzenlediği iddia ediliyor. Bunlar da içgüdüleriyle hareket eden, ilkel çağlara özgü canlılardır.
Çengel boynuzlu dağ keçisi, alageyik, vaşak gibi soyu tükenmekte olan hayvanların avlandığı haberlerini okuyoruz zaman zaman. Kocaman bir geyiği katledip arkasında gururla poz verenleri görmüşsünüzdür. Düşünen bir beynin ürünü olabilir mi bu tür eylemler?..
“Vallahi Etimesgut’ta bi arkadaşım kendi gözleriyle görmüş…” diye anlatılan bir öykü var:
Soydaşlarının birer birer kurban edildiğine tanık olan koyunlar, aynı akıbete uğramamak için kaçmaya çabalasalar da başarılı olamıyorlar. Koyunlardan biri yerdeki bıçağı görüyor, ağzıyla tutup kendileri için kazılmış çukura atıyor. Sonra da ön ayaklarıyla üzerine toprak atıp örtmeye çalışıyor. Olayı görenler gözyaşlarına boğuluyorlar filan…
Sadece bir öykü bile olsa dikkate değer. Bu hayatı ancak içgüdü aşamasından düşünme, sorgulama aşamasına geçmeyi başaran insanlarla daha güzel, daha yaşanılır kılabiliriz. Hançerlioğlu hocamızın deyimiyle “gerçek insan”ın farkı ve insan olmanın gereğidir düşünüp sorgulayabilmek.