Bir toplum için en tehlike esaret prangasıdır. Cehaletin gaz lambasıdır. Nasıl önünüzde yanan lamba yüzünüzü karartır, simsiyah yapar; bağnaz zihniyet de insanın ruhunu, vicdanını karartır. Akli melekelerini zehirler. Yetmez! İnsanın eylemlerini, sözlerini, düşüncelerini, yaşantısını esir alır. İnsanın irade gücünü ve karar yetisini yok eder. Bu zihniyetle yaşayan kişi ve topluluklar doğru yolda olduğunu zannederler, karşısındakilerin ise yanlış yolda olduğunu düşünmekle birlikte; düzeltilmesi, yola getirilmesi gereken, onun için yeri geldiğinde baskılayan, dinsel zorbalama yoluna giden bir hal alırlar. Dur diyen olmadıkça, alan buldukça daha da hakim güç olmaya çalışırlar.
Bağnaz dindarlık, zihniyet; sadece bir inanç biçimi midir? Hayır değildir. Düşünme özgürlüğüne, farklılıklara saygılı olmaya ve toplumsal farklılılıklara karşı bir tehdittir. Bu inanç; toplumların ilerlemesini, aklı, bilmi reddeden, kişi hak ve özgürlüklerini sınırlandıran ve insan hak ve hürriyetlerine saygı duymayan, ihlal eden, kendi zihniyetini dayatma yapan, kendine tabi olanların aklını esir alan bir hastalık gibidir. Önce içten içe ilerler sonra dışa vurur. Bunlar ne zaman oldu böyle diye düşünülürken; ruhları, iradeleri ve bedenleri esir alan, yaşamı zehir eden inançla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir düşünce ve yaşam biçimi olarak toplum içerisinde geniş bir yer edinir. Hukuksal tedbir, kontrol ve denetim mekanizması olmadığında veya açık kapılar bırakıldığında geniş alanlar bulurlar, toplumu örümcek ağı gibi örerler. Hakim güç haline geldiklerinde toplumun tüm inanç, yaşamsal ve sosyal değerlerinin şifrelerini değiştirmek için korkusuzca yol alırlar. Kendi kurdukları inanç yapısını din diye topluma satarlar. Maalesef bu zihniyet, hem iç hem dış odakların yönlendirmesiyle toplumun yaşam şeklini, inanç yapısını, değerler bütününü evrimleştirirler.
Bağnaz yaklaşım, insanı kendi dogmalarına esir eder, tüm dünyayı dar bir bakış açısıyla görmeye zorlar. Bu tür bir düşünce, her türlü eleştiriye, anlamaya, algılamaya kapalıdır. Çünkü; sorgulamak, yalnızca mevcut anlayışı değil, aynı zamanda o anlayışın temellerini de sarsmak anlamına gelir. Oysa dinin özü, insanın vicdanına ve özgürlüğüne değer verir. Bağnazlık, bu özü bozar ve insanları, hem kendi inançlarına hem de başkalarına karşı körleştirir, yabancılaştırır. Uyuşturur, hipnotize eder, ne yaparsanız yapın büyük bir değişim olmadıkça dönüşüm, vazgeçmişlik yaşanmaz. Bu cehaletin ağına düşen ne sorgular, ne eleştirir, ne akıl yürütür, düşünce ve duygularını bağlandıkları anlayışa teslim ederler.
Bağnaz zihniyet, dindarlık, sadece bireyler üzerinde değil, aynı zamanda toplumlar üzerinde de büyük bir yıkıma yol açar. Toplumlar; çeşitli inançların, fikirlerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı yerlerdir. Ancak bağnazlık, bu çeşitliliği tehlikeli bir şey olarak görür. Onun için farklılıklar, hoş görülmesi gereken bir zenginlik değil, yok edilmesi gereken bir tehdittir. Bağnaz birey, sadece kendi inançlarıyla mutlu olmanın ötesine geçmez; başkalarının hayatlarına, düşüncelerine ve hatta varlıklarına müdahale etme ihtiyacı hisseder. Hatta onlara tahammülü olmaz.
Bir toplumun bağnazlıktan kurtulması, ancak bireylerin özgürleşmesiyle mümkündür. Gerçek dindarlık, başkalarına saygı göstermek, onları yargılamadan kabullenmek ve dinin sevgi, hoşgörü ve barış mesajlarına sadık kalmaktır. Din; insanları birbirine yakınlaştırmalı, onları ayrıştırmamalıdır. Aksi durum toplumda huzuru değil, gerilimi ve çatışmayı körükler. Gerçek dini değerlerden uzaklaşmaya, dini değerlerin içini boşaltmaya neden olur. Bu tip insanların yarattığı iklim bazı insanların inanç değerlerine inanmamasına, gerçekçi görmemesine, uzaklaşmasına dini yaklaşımların kabul görmemesine neden olur.
Neticede; bağnaz zihniyet ve dindarlık, dinin özünden uzaklaşmış, insanın en temel hak ve özgürlüklerine karşı duruştur. Bağnazlık, insanı dar bir çerçeveye hapseder, inancı, özgürlüğü ve hür iradeyi birbirinden ayrıştırır. Oysa insanın en büyük gücü, inançlarına sadık kalırken, başkalarının inancına, yaşamına, haklarına saygı göstermesinde yatar. İnsan kendini yaradan yerine koyup karşı tarafı okumaya kalkarsa sadece ötekileştirme, ayrıştırma, düşmanlaştırma, toplumsal parçalanma ve ahlaki çürüme yaratır. Toplumlar, tarihin belirli dönemlerinde ne çekmişse bunlardan çekmiştir. Ahlak, etik değerler, milli ve manevi değerler onlarla tarumar olmuştur. Tarih diyor ki; ne zaman bu zihniyet toplumun içine işlediğinde, insanlar inanç değerlerinden uzaklaşmış, inanç bir ritüele dönüşmüş, inanç sembollerden öteye geçememiş, dinin içi boşaltılmış, şekilci yaşam biçimi oluşmuş, dinin özü mahiyeti yok edilmiştir. Daha da acısı devlet içine işlemiş bu zihniyetler çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, çöküşü hızlandırmıştır. Tarihi süreci iyi okumak gerekir. Gerçek, samimi dindarlar elbette baş tacı.