İnsan ruhunun en kadim savaş alanlarından biridir kibir ve ihtirasın kesiştiği yer. Biri kendini yüceltme arzusuyla yanarken, diğeri dünyayı avuçlarına alma hırsıyla tutuşur. İkisinin buluştuğu noktada, bir adam veya bir kadın, her şeyin hakimi olduğunu sanır ama aslında en büyük esaretin içindedir.
Kibir, insana bir taht kurar ama o tahtın ayakları çürük bir gururdan yapılmıştır. Üzerine oturan, kendini Tanrı zanneder ama gerçekte uçurumun kıyısında, rüzgâra karşı duran bir yapraktan farksızdır. Gözleri başkasını görmez olur, aynalar bile artık sadece yanılsamalar sunar. Ne dostluklar önemlidir ne de merhamet. Çünkü kibir, insanı yalnızlığa iter ve yalnızlığın içinde bile kendini büyük görmesini sağlar.
İhtiras ise sürekli fısıldar kulağa: "Daha fazlası senin olabilir. Daha yükseğe çık, daha çok kazan, daha çok hükmet!" Ne alın terine ne vicdana yer bırakır. Gece yarılarında bile uyumaz, kişinin ruhuna düşler ve kaygılar eker. Onun yönettiği bir bedende gözler hep ileride, eller hep açgözlüdür. Ancak ihtiras, hiçbir zaman doymaz. Ne kadar beslenirse beslensin, hep aç kalır.
Ve bir gün, kibir ve ihtiras aynı kalpte buluştuğunda, o kişi artık fırtınanın gözünde durmaktadır. Önce kendine tapınır, sonra her şeyi hak ettiğini düşünerek etrafındakileri harcar. Ama kader, her zaman kendi adaletini sağlar. O yüksekten bakılan yer, en sert düşüşlerin başlangıcıdır. Kibir, insanı kör ettiği için tehlikeyi fark ettirmez; ihtiras ise her şeyi kazandığını sanırken aslında kaybettiğini gizler.
Sonunda, ne büyük bir zafer kazanılmıştır ne de ebedi bir saltanat kurulmuştur. Kibir, insanı yalnızlığa mahkûm eder; ihtiras ise tüketir, kurutur, yıkar. Ve geriye, yalnızca boş bir taht, sessiz bir çöküş ve pişmanlık dolu bir yankı kalır.
Mesele, nefs meselesi.
Yanıtla (0) (0)Hz. Mevlana bu çıkmazdan kurtulmanın yolunu göstermiş : "Hamdım, piştim, yandım"
Biz yapabilirmiyiz ? Zor, çok zor.
çok güzel bir yazı.
Yanıtla (1) (0)