İbrahim Değil

İbrahim Değil

“Bu çocuğa bir şans daha verelim…”

Kendisine saat kaç diye sorulunca, saat kaçsa o sayıda "guguk" diye ötermiş. Konuşmaktan zahmetli ama daha eğlenceli.

Elbette konuşmak müthiş bir iletişim aracı. Politikacılar bu aracı iyi kullanan insanlar. Fransız başbakanlardan Delmas şöyle dermiş: “İyi bir konuşmanın bir başı, bir ortası, bir sonu olmalıdır. Ve başı sonuna olabildiğince yakın olmalıdır.”

Ben de az ve öz konuşan insanlara bayılıyorum. Hiç belirti vermezken Fadime yengemizde kötü hastalık tespit edilmiş.

“Nasıl tespit edildi?” diye sordum.

“Uşuğum, terlik almak için pazara gitmiş idim. Orda bizim Neriman’ın gelinine rastladım. Boztepe’de oğretmendır. Ha şimdi oralar çok değişti. Biz eskiden Yenicuma’da fırının yaninda otururduk. Sen Bakkal Tahsin abiyi taniyabildın mi? Tahsin abi bi ara grip olmiş…” diye başladı.

Hukukçular da hitabet gücü yüksek insanlar olmalı. Geçen yüzyılın toz duman kaldıran avukatlarından Vincent de Moro, bir gün mahkemeye geç kalmış, yetişene kadar da dava görülmüş. Karar: 6 ay mahkûmiyet. Yargıç, kapıdan soluk soluğa giren Bay Vincent’e yine de söz hakkı vermek istemiş.

“Efendim…” demiş bizimki. “Şimdi savunma yapsam, siz de cezayı yükseltseniz benim savunmamın cezayı artırdığını kanıtlamış olursunuz. Cezayı aynı bırakırsanız savunma denen hakkın hiçbir işe yaramadığını bize göstermiş olursunuz. Bu durumda tek makul olan, cezayı indirmenizdir…”

Bu “savunmama” sonrasında yargıç cezayı 2 aya indirip tecil ediyor.

Bizim avukatlardan biri müvekkiliyle konuşuyor ama çaresiz:

“Üç kişiyi vurdun. İşimiz zor. Hiçbir hafifletici neden de yok…”

“Nasi yok? Oraya var idi 5 kişi. Ben sadece uçuni vurmişim…”

Biz eğitimciler de genelde iyi konuşan insanlarız.

Bir gün çalıştığımız dershaneye bir veli geldi. Çocuğu üniversite sınavında sıfır çekme başarısı göstermiş.

“Hocam, bu çocuğa bir şans daha verelim…” dedi.

Kayıtta görevli öğretmen arkadaşımız veliyi de öğrenciyi de iyi tanıyor. Sınav sonucu da malûm. Uzun uzun konuştu; çocuğun sınavı kazanmasının olanaksız olduğunu, dershaneye verilecek paranın ziyan olacağını anlatıp veliyi ikna etmeyi başardı.

Adam bu dürüst tavır ve aydınlatıcı sözler için çok teşekkür etti. Sonra gidip çocuğu başka bir dershaneye yazdırdı.

Bizim “ortaoyunu” sanatçılarımızın da söz ustası olduğu herkesin malûmudur.

Hayali bir ülkenin padişahını canlandıran Pişekâr, Kavuklu Hamdi’ye soruyor:

“Canım efendim, bu sizinki ne garip konuşmadır. Nedir o yemek memek, elbise melbise, saray maray? Birincileri anladık da ikinci kelimeler ne ola ki?”

“Arz edeyim efendim…” diyor Hamdi. “Yemek sizin yediğinizdir, memek bizim zıkkımlandığımız. Elbise sizlerin giydikleriniz, melbise bizim çulumuz. Sarayda siz oturuyorsunuz, marayda biz…”

Sonra ilave ediyor:

“Padişah rahmetli ecdadınızdı, madişah da siz…”

YAZIYA YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.