Mehmet Şal
Kibir ve riyakarlık
Günümüz insanlarının belirli bir kısmının en önemli ruhsal sorunlarından ve zihinsel hastalıklarından biri "kibir", diğeride "riyakarlık " tır.
Kibir; kişinin “büyüklenme”, tavrı ve eylemiyle, kişinin kendini üstün görmesi şekliyle, başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması haliyle dışa vurulan, tevazunun zıttı olan bir ahlâki çöküntü duygusu, davranış biçimi ve dışa vurum halidir.
Riyakarlık; " ikiyüzlülük" olup, insana bulunduğu zeminde ortamın şekline ve özelliğine göre davranış, söylem ve eylemde bukalemun gibi görüntü verdiren omurgasız olma halidir.
Her iki kavram; ne kültürümüzün ne ahlâk değerlerimizin ne inancımızın kabul ettiği, ne de insan ruhunun özüyle bağdaşmadığı, insan olan her bedenin ve ruhun şiddetle reddettiği kabul edilemez ruh, bedenin davranış ve sözle dışa yansıttığı, kişisel menfaat hastalıklarıdır. Ancak ne yazık ki; son yıllarda bu hastalık ve omurgasız insanlar giderek toplum içerisinde çoğalmakta, kültür, ahlâk ve inanç sahibi insanları derinden rahatsız etmektedir.
Maalesef büyüklenme, kendini üstün görme, gurur ve ikiyüzlü olma halinde olanlar; kendisinin herşeyin sahibi olduğunu, ondan daha iyisinin olmadığını zannederler. Bu nedenle insanlara tepeden bakarlar, kendilerini fildişi kulelere kapatırlar. Etraflarından habersiz kendi kurdukları dünyalarında yaşarlar. Diğer insanlara aşağılayıcı, madden ve manen ezen, dünyanın kendi etraflarında döndüğünü zanneden, onlar olmazsa diğer insanların hiç olduğunu düşünen hatta düşünmeyle kalmazlar tavır ve eylemleri ile ortaya koymaya çalışırlar. İşte onlar bilmez ki; kibirli riyakarlar, insanlar için hiçbir değer taşımaz.
Öyle bir süreç yaşıyoruz ki, maddiyatı, mevki, makamı vb. elde eden birçok insan her geçen gün daha da azgın, hırs, ego, bencil bir hal ile kendini daha üstlerde görüyor, insanlara hakir gözle bakıyor, sen kim oluyorsun? sen ne anlarsın? sen mi becereceksin? gibi birçok anlam yüklenecek davranışlara imza atıyorlar. Kendileri herşeyi bilen, herşeyden anlayan ukala bir tavır içinde olup karşısındakileri ezme derdinde, gayretinde oluyorlar.
Aslında bu insanlar kompleks sahibi aşağılık duygusuna kapılmış, toplumda zamanında yer edinememiş, kendini ezik hissetmiş kişilerdir ki, para makam gibi alanları bir şekilde elde edince yaşadığı bu ruhsal travmaları elde ettiği güç ile giderme derdine düşen kişilik bozukluğu yaşayan bireylerdir.
Kibirli insanlar, sanki alçak dağları onlar yaratmış gibi hareket ederler ancak var olan mevkileri, makamların geçici olduğunu unuturlar veya hiç oralardan inmeyeceklermiş gibi sanki doğuştan onlara verildiğini bir hak olduğunu zannederler. Halbuki zaman öyle hızlı geçiyorki, oralardan tepe takkat olup iniyorlar ve iki gün sonra oraları bırakıp halkın içine girdiklerinde gerçeklerle yüzleşiyorlar. İşte o zaman etraflarında kimse bulamaz, yanlızlığa mahkum olurlar. Birçoğu durumun farkına varırlar ama iş işten geçmiştir. Bu sefer içine girdikleri insanlar onları adam yerine koymaz, insan muamelesi yapmaz, ister istemez yanlızlaştırılırlar. Öyle zaman gelir ki, insan içine çıkamaz hale gelirler. Kendini herşeyin sahibi gören bu zevat, artık zavallı gördükleri insanlar karşısında zavallı duruma düşerler. Sonuçta, ne ekersen onu biçmiş olursun. Allah hiçbir kimse bu hallere düşürmesin.
Asıl tehlikeli olanlar ise "riyakarlığı" yaşamının, karakterinin parçası haline getirenlerdir. Çünkü onların kişiliği, kimliği ve duruşu yoktur. Duruma, ortama, her hale karşı şekil alırlar. Bukalemun misali şekilden şekile, huydan huya, renkten renge girerler. Yüzüne başka, arkandan başka hareket eder ve konuşurlar. Yüzleştiğinde; ya inkarcı olurlar ya da hiçbir şey olmamış gibi yüzsüzce davranışlar sergilerler. Arlanmaz, utanmaz, hiçbir şey üzerine almaz; tek dertleri işleri karşıya geçsin, menfaatleri yerini bulsun, nasıl olursa olsun. Yalakalıkta üzerlerine yoktur. Elde etmek istedikleri şeyler için her yolu kullanırlar, herşeyi mubah görürler. Maalesef üzücü olan bu omurgasız tiplerin günden güne sayılarının artar olmasıdır. Toplum düzen, nizam, huzur ve mutluluğu için en büyük tehdittirler. Çünkü bozguncu, nifakçı, mikser gibi karıştırıcıdırlar, aile ve toplum yapısının yozlaşmasıda en büyük etkenlerdendirler. Kişisel ve toplumsal yozlaşmanın en önemli parçasıdırlar.
Maalesef son dönemde kibirli, ukala, kendini beğenmiş, bencil, insanlara tepeden bakan, sırça köşklerde oturup insanların halinden anlamayan hatta anlamak istemeyen, ikiyüzlü, sahte kişilikli, sinsi, fırsatçı, fesat, düzenbaz, vasıfsız, kıskanç ve başarısızliklardan beslenen hasta ruhlu insanlar; toplumun ve devletin, ahlâk ve kültürünü kurt gibi kemirmeye devam ediyor. Bu nedenle devlet kurumları ve toplum bünyesinin bu kurtçuklardan ve larvalarından temizlenmesi elzemdir. Aileden başlamak kaydıyla eğitim sistemi ve düzeni içerisinde insan kalitesini artırmak, millet birliğini, devlet kimliğini güçlü kılmak; insanların birbirinin yüzüne sevgi, kardeşlik, birlik duygularıyla bakabilme ruhunu, şuurunu, ahlakını kazandırma hepimizin görevi olmalıdır. Ancak bu şekilde bireysel ve toplumsal çürümüşlükten kurtulabiliriz.
Neticede her bir insan yaptığı işlerden, eylemler ve söylemlerinden ötürü eleştirilebilir, tartışılabilir. Ancak öyle bir insan olmak lazım ki; asla ve asla kişiliğimizi tartıştımamalı. Kişiliğimizle, kimliğimizle, duruşumuzla kendimizi topluma göstermeli ve arkasından kaliteli insan olarak anılmalı... İşte o zaman kaliteli bireyler ve kaliteli toplum haline gelebiliriz.
Tevazu, doğruluk üzere yaşayıp, ömrün kısa bir hikaye olduğunu unutmamak dileğiyle... Sağlıcakla kalın...