Mehmet Şal
Mehmet Şal Yazdı "Nereye gidiyoruz"
Değerli dostlar ! Son iki yıldır öyle bir süreçten, tünelden geçiyoruz ki; adeta sırat köprüsünden geçiyormuşuz gibi...Neyin nereye varacağı belli değil...Korksak mı, üzülsek mi, endişelensek mi, yoksa normal mi ilerliyoruz, anlamak yorumlamak zor. Kafada sorular sorular. Bazen bir kısmına cevap buluyoruz. Bazen bulmakta zorlanıyoruz. Ama bildiğim şey şu ki, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Artık hem ülkemiz hem dünya yeni bir yola girerek, evrilerek yoluna devam ediyor. Mesele bizlerin bu yolda nereye ve nasıl yürüyeceğimizdir.
Dünyanın kodları değiştiriliyor. Eksen kayması yaşanıyor Küresel örgütler, şirketler, yönetimler dünyayı yeniden dizayn ediyor. Sağlık üzerinden küresel yapı şekillendirilmeye çalışılırken, ekonomik çerçeve tekelleşirtirilirken, teknolojide akılları zorlayan baş döndüren ilerlemelerle insan faktörü etkisizleştirilirken, yapay zeka ve yazılım üzerinden duygusuz ve makinleşen bir toplum hayatı oluşturuluyor.
Milli, manevi, ahlâkî değerler yerle bir edilirken; dünyayı belirli merkezlerden yönetenler; insanları hallaç pamuğu gibi kaldırıp atarken, seçkinler; kendi sefalarını, huzurunu, zenginliği, lüks yaşamlarını insanlığın gözüne gözüne sokuyor, garibanların, ezilmişlerin omuzlarına basarak yaşam alanlarını genişletip, dünyayı modern kölelik düzenine dönüştürme gayretindeler.
Sevgi, saygı, hürmet, nezaket, duygu, güven, itimat, birliktelik, kardeşlik, barış vb. insanı olgular yok edilirken; kan, gözyaşı, savaş, acımasızlık, ihanet, aç gözlülük gibi kötülükler insanlığı; dehlizlere, karanlığa içinden çıkılmaz girdaba sürüklemektedir.
Kendilerini seçilmiş ve ayrıcalıklı gören küresel unsurlar; kardeşi kardeşe kırdırıp, mezhepsel, dini, etnik argümanları kullanarak, kendilerinden olmayanları kan ve gözyaşının içine itip kendi menfaatlerini devam ettiriyorlar.
Amerikan, Rusya, Çin ekseninde dünya şekillendirilirken kendimize, çevremize ve dünyaya bakıyorum, nasıl bir cendere içinde olduğumuzu çözmeye çalışıyorum.
İçeride, birlik olmakta zorlandığımız bir toplumsal yapı ve birlik olmayı engellemeye çalışan ülke içi klikler... Sağlık açısından bilgi kirliliği ile kafası karışık bir toplum... Ekonomik sorunlarla boğuşan millet ve karşısında gemisini yüzdüren kaptan misali sayısı gittikçe artan menfaatçı, talancı, hırsızlar... Adalete, hukuka güvenin zayıfladığı sosyal mecra... Eğitimin bir türlü rayına oturmaması ve geleceğini dışarıda arayan gençler... Siyaseten ortaya çıkan kutuplaşma, ayrışma ve sanki düşmanmış gibi birbirlerine nefretle kinle bakan cahil cühela... Sevgisiz, saygısız, güvensiz, nezaketsiz, menfaatperest, ihanete açık millet ve devlet düşmanlarının varlığı...
Diğer taraftan; doğal afetler, üzerinize karabasan gibi çöken virüsün varyantları... Merakla beklenilen yerli aşı... Ekonomik dertler, zenginin daha zengin, fakirin daha fakirleştiği adaletsiz gelir dağılımı... Siyasetin sivri, keskin, ayrıştırıcı, zehirli dili,davranışları seviyesi ayağa düşmüş görüntüsü... Bir türlü önlenemeyen kadın cinayetleri,... Eğitimde milli, manevi, ahlâkî, vicdani zeminde kayıplar yaşaması...Evlâtlarımızın yaşadığı LGS, YKS travmaları, gençlerin düştüğü umutsuzluklar... Ufuktaki belirsizlikler... İnsanlarımızın kendini denizde rotasını kaybetmiş gemi gibi ne olacağını, ne yapacağını bilememesi... Hayata küsmüş insanlar... Daha bir çok kaygılar, korkular, zorluklar, sıkıntılar, ve ve ve...
Öte yandan dini değer ve duyguları kullanıp insanların vicdanlarını, ekonomilerini sömürenler... Devlet ve sivil hayatta yeniden yuvalanmaya çalışanlar din baronları... Cehalet aşılayıp kendilerini her yönüyle konumlandıran güç kazanan ve devlet ve toplumsal yaşamı dinamitleyen bu din tüccarı, baronların... Kontrolden, denetimden uzak dini ve milli değerlerimize parel yeni düzen oluşturan görüntüleri... Tüm bu tabloya sessiz kalanlar... Şekilcilikten öteye gitmeyen, görünürde dindar, içi boşaltılmış, materyalist, lüks, ihtişam, şatafat, israfla dolu yaşam süren din baronları... İnançlı insanlara şükretmeyi, sabretmeyi, nefis terbiyesi yapmayı nasihat eden sahte kanaat önderleri... Ömründe boğazından haram lokma geçmesin diye mücadele eden dindarların yanında; dini kullanıp deveyi hamuduyla yutan, rüşvete sponsor diyen, yetimin hakkını gasp eden, milletin malına mülküne çöken, her türlü yolsuzluğa bulaşmış münafıklar... Bilimi, ilmi, feni, teknolojiyi reddeden, kendinden menkul kerametler göstermeye çalışan palavracı, din kisvesi altında iş çeviren sahtekârlar... Millete dayatmaya çalıştıkları Emevi inanç sistemi... Tüm bunlar karşısında üzerine görev düşenlerin; gereğini yapmaktaki etkisiz, pasif hatta bazen bu din bezirganlarını cesaretlendiren tutumları, sessiz kalmaları... Bu gibiler yüzünden din ve ahlâki değlerden daha da uzaklaşan insanlar topluluğu... Bu görüntü dinimize ve insanımıza zulüm değilde nedir ? İnancımıza, milli, ahlâkî değerlerimize, kardeşliğimize, cennet vatanımıza, çatısında altında nefes aldığımız bu devlete yazık değil mi ?
Her şey bir yana; sınırlardaki çatışmalar... Suriyeli göçmenlerin oluşturduğu tablo... Kuzey Irak'taki Kandil ve çevresinde terörle mücadele... İran sınırında bekleyen Afgan göçmenler, sınırlar içinde Afgan göçmenlerle oluşan manzaralar ve tepkiler... Afganistan' da kurulmaya çalışılan yeni oyun ve düzen... Bunların yanında Afganistan'daki izlediğimiz son derece üzüntü verici toplumsal görüntüler, travmalar...Yaşanan dramlar... Dramların ülkemize uzanan serüveni...Ülkede her geçen gün artan mülteciler ve bunlara bağlı kaygılar, korkular...
Devletese devlet, topraksa toprak, tarihse tarih, kültürse kültür, birikimse birikim, dinse din, şanlı bir geçmişse geçmiş. Hepsi bizlere lütfedilmiş. Çevremiz ateş çemberi, müslüman alemi kan ağlıyor, mazlum milletler zulüm altında eziliyor. Dünya ucunda ışığın görünmediği bir tünelde ilerliyor.
E öyleyse nedir bizim bu hallerimiz ? Bir millet kendini bu kadar dibe çekmez. Birbiri ile bu kadar çatışmaz. Birbirine bu kadar kötülük yapmaz. Yazık değil mi ? Dışarıda olanlara bakıp kendimize bir çekidüzen vermek gerekmez mi ? Olduğumuz yerde debelenmektense, kafayı kaldırıp ileriye bakıp millete ve devlete kapı açıp, hangi yola yürüyeceğimizi belirlemek gerekmez mi ? Birlikte çözüm, çıkış yolu aramadıkça, ortak aklı öne almadıkça dibe çöküş hız kazanır. Batmaya, çürümeye, yok olmaya çanak tutarak kendimize yazık ederiz.
Biz, bu topraklarda doğduk. Güneşi gördük, bereketiyle doyduk, suyuyla ferahladık, rüzgâlarıyla nefeslendik, düğününde birlikte eğlendik, hastalarında üzüntümüzü birlikte paylaştık, cenazelerinde acılarımızı hep beraber paylaştık, şehitlerimize minnet duyduk. Ne zaman bu olgularımızı, değerlerimizi bu kadar zayıflattık? Bu devlet, bu vatan, bu millet olmazsa olmazımızdır. Gidilecek bir yer yoktur. Gitseniz de alacak olan yoktur.
Birlik, kardeşlik, sevgi, tahammül, hak, hukuk, adalet, sosyal barış, gelir dağılımında hakkaniyet, ortak değerlerde birleşme, ortak aklı hakim kılma, ülke menfaatini öne çıkarma, millî, ahlâkî, dini olguları koruma adına; iktidar - muhalefet, siyaset kurumu doğru olanı yapmak zorunda olup; bu kısır, sonuçsuz, zarar verecek dilden, tarafgirlikten, ötekilestirme tavrından, kendinden olanı koruyan, olmayanı düşmanlaştıran, siyasi gelecek kaygısı ile hareket edilen politikalardan, liyâkatı yok sayan zihniyetten şiddetle uzaklaşmalıdır.
Yoksa tarihimizde çok örnek var ders alınacak. Hem siyaset kurumu hem vatandaşlar gidilen yola bakarak ders çıkaramazsa, eyvah eyvah bizlere ! Çünkü; tarihinden ders almayanlara, tarih büyük ders vermiştir her defasında... Korku, kaygı, stres, endişe ile değil geleceğe emin adımlarla gitmek ilerlemek istiyoruz...