Amerika, Rusya, Japonya ve Avrupa’nın 40 yıllık nükleer enerji kullanım deneyiminin yanı sıra 21. yüzyıl terör eylemlerinin nükleer santraller üzerindeki tehditti, Türkiye’nin ulusal nükleer enerji politikasını yeniden gözden geçirmesini elzem kılmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye bir kere değil on kere düşünmelidir.
Rusya’nın Suriye krizi nedeni ile Türkiye’ye karşı tehditkâr tutumu nükleer enerji politikamızın bir kez daha sorgulanmasına neden olmuştur.
Hiç şüphe yok ki nükleer enerji hızla büyüyen, rekabetçi bir ekonomi için hayati bir unsurdur.
Ancak yapılan her işin bir bedeli olduğu gibi nükleer enerji kullanımının da bir bedeli vardır.
Bir ülkenin sağlıklı nükleer enerji politikasının esası nükleer enerjinin o ülke için getirisi-götürüsü veya kazanç-zarar hesabının çok iyi bir şekilde yapılması esası üzerine inşa edilir.
Tartışmaların konusu ise:
Ekonomik
Sosyal
Çevre kirliliği
Ve
Güvenlik konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Amerika ve Avrupa’nın nükleer enerji deneyimi
Yaklaşık 40 yıl Avrupa ve Amerika nükleer enerjiyi kullanarak ekonomide üst seviyelere tırmanırken nükleer enerji kullanımı konusunda da çok değerli deneyimler kazanmışlardır.
Bir bakıma mutfakta çok lezzetli yemek pişirilerek yenmiş, ancak iş etrafı temizlemeğe gelince bir daha mutfakta bu tür yemek yapıp yapmamak tartışma konusu olmuştur.
Nükleer çevre kirliliği
Örneğin atık radyoaktif maddelerin gömülmesi, korunması gibi çalışmalar önü alınamayan 10,000 lerce yıl süren radyoaktif çevre kirliliği nükleer enerjiyi kullanan ülkelerin henüz sağlıklı olarak çözemedikleri problemlerden biridir.
Başka bir örnek:
Rusya ülkesinde nükleer santral kurup ürettiği enerjiyi size satmıyor.
Aksine nükleer santrali sizin ülkenizde kurarak ürettiği enerjiyi size anlaşma gereği satıyor.
Yani yemek yapmak için kirlenmesin diye kendi mutfağını değil de bizim mutfağı kullanmak istiyor.
Öte yandan yaşam çevrelerinin nükleer atıklarla aşırı kirlendiğin gören Almanya ve Fransa yaklaşık 40 yıllık miladını dolduran mevcut santralleri 2020 yılına kadar kapatarak yenilebilir enerjiye geçme kararı alıyor.
Oysa Türkiye bu aşamada nükleer enerjinin sadece ekonomik yönüne odaklanıp radyoaktif çevre kirliliğini kısmen de olsa göz ardı etmektedir.
Deprem tehlikesi
En önemli deprem ülkelerinden biri olan Japonya’ya bakalım.
Depreme karşı dayanıklı iddialı nükleer santraller ürettiğini iddia eden Japonların gardı Fukuşima depremiyle düşmüştür.
Türkiye’de ise 6.5 büyüklüğündeki 1968 Bartın depremini göz ardı ederek Karadeniz Fayının 5.5 büyüklüğünden daha büyük bir deprem üretemeyeceği görüşü ciddiye alınmamış son iki yıldır kurulması planlanan Sinop nükleer tesisi çevresinde, denizde yoğun sismik çalışmalara hız verilmiştir.
Nükleer enerjimi yoksa nükleer silahlanma mı?
Nükleer santraller işlevleri sırasında çok azda olsa plütonyum üretmektedir.
Plütonyum ise nükleer silahlanmanın en önemli unsurudur.
İşte bu nedenle nükleer enerji santrallerinin bir adım ötesi de nükleer silahlanmadır.
Terör tehditti
Nükleer enerjiye geçiş konusunda Türkiye’nin en zayıf noktalarından biride Ortadoğu ateş çemberi içine giren ülkemizde kurulacak nükleer santrallerinin terör eylemlerine açık olmasıdır.
Ukrayna’daki nükleer tesislerin terör eylemlerine açık olması, bu nedenle de üstü kapalı NATO korumasına alınması terör saldırılarının nükleer santraller üzerindeki en belirgin tehdittir.
Bu nedenle nükleer enerji konusunda vakit varken Türkiye bir kere değil, on kere daha düşünmelidir.