Mehmet Şal

Mehmet Şal

Dünden bugüne

Çocukluğumu; tüm yokluklarına, yoksulluklarına ve herşeye rağmen özlüyorum. Çünkü doğallık, samimiyet, emek, mücadele, gerçek hayat vardı. Elde olsa da o günleri yine, yeniden yaşasam. Bugün hangisi yeterince var ?

Köyümdeki çocukluk dönemimin en zahmetli, meşakkatli ve ona rağmen en güzel günleri, beyaz örtünün metreyi aşan beyaz örtüsü ile okula gidiş geliş günleri idi. O günler gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor, burnumda özlemle tütüyor. Yokluğun, zorluğun, fukaralığın kol gezdiği o günlerde okuldan, eğitimden ve o uğurda verdiğimiz mücadeleden aldığım keyfi unutmuyorum.

Köyde havalar soğuduğunda okula gitmek hem zor hem de eğlenceliydi. Bir metreyi aşan kara rağmen okul ortamında, sınıfta, bahçede eğlenmek karın tadını çıkarmak çocuk ruhuyla eşsiz bir güzellikti. Okula gidip gelmek ise çileleliydi. Özellikle akşamları başlayıp gün boyunca yağan kar yolları kapatırdı. Buna rağmen dünyayı onunla tattığım anam, sabah kolayına ne gelirse onunla kahvaltımı hazırlardı. Ardından elde örülmüş yün çoraplarımı, sonra üzerine yama yapılmış çoraplarımı giydirirdi. Yumuşasın diye kaynar suda beklettiği şeker çuvalı bezinden diktiği iç çamaşırımı, sonra paçaları elde iğreneyle dikilmiş belden lastikli, dizlerlerden yamanmış olan pantolonumu ardından yırtık pırtık iki kazağımı giydirirdi. En üste de düğmeleri beyaz, siyah önlüğümü rengini kaybetmiş beyaz yakalığımı takardı. Üşümeyeyim diye en üste halen ne olduğunu hatırlamadığım bir kıyafetle okula gitmek için beni hazır hale getirirdi. Ayağımda kara lastik ( Trabzon lastiği ) evden çıkardım. Ama ne mümkün ki gidesin. Boyum kara kapanıyordu. Çileli anam beni sırtına alıp yola çıkıyorduk. Bembeyaz örtüyü anam bedeniyle yara yara bir buçuk kilometre yolu aşarak beni okula bırakıyordu.

Okulumuzun müdürü ve öğretmenlerimiz sobaları yakar, sınıfları hazır hale getirirlerdi. Yakacak odunlar her bir öğrenci için velilerden istenirdi. İyi hatırlıyorum her öğrenci 16 yarma odun getirmek zorunda idi. Öğretmen odun getirin deyince eve vardığımda " anne öğretmen odun istiyor. " diye kafasının etini yerdim. Önce ben getirmeliydim. Annem benim adıma odunları yük yapıp okula getirirdi. Getirmeyenler de olurdu. Ama sorumluluk ben muhakkak getirmeliydim. Odunları okulda eşek denilen bir düzenekle hızarla bizler kesiyorduk. Öğretmenlerimiz bizlere; sorumluluk, iş yapma becerisi, verilen görevi yerine getirme gibi kavramları öğretiyordu.

Lastiklerin içinde ayaklarımız kar suyu ile haşır neşir oluyordu. O halde gidip sobada ısınarak üşümemiş gibi eğlenceli bir eğitim gününü geçiyorduk. Akşam üstü yine annem okula gelip ya arkasına alırdı beni ya da yolda sıkıntı yoksa arkasından takip edip eve gelirdim. Aslında olan anneme oluyordu. Evin işleri, yemek, çamaşır, ineneklerin ihtiyaçları vb. işlerinin yanında sabah akşam kar kış demeden beni okula getiriyor, sonrada akşama gelip alıyordu.

Ben çocuk halimle bıkmadan usanmadan bu süreci her gün yaşamaktan keyif alırken, çile anama kalıyordu. Büyüdük ve sonunda o günlerin bana neler kattığını, kazandırdığını idrak ettim, etmeye de devam ediyorum. Anneliğin kutsallığını, onlar yoksa yaşamın ve dünyanın kıymetsiz olduğunu kavradım. Çok basit anlattığım süreci ve günleri çok insan yaşamıştır. İyi ki yaşamışız... Çalışmadan, emek vermeden, zahmet görmeden, doğal hayatın içinden geçmeden elde edilenlerin değerli olmadığını anladık.O şartlar bugün olsa kendi çocuklarımın benzeri günlerin içinden geçmesi için gayret ederdim. Her şeyin değerini daha iyi anlasınlar diye... Yaşamın faziletini anlasınlar diye...

Biz anne babalar evlatlarımızı ne kadar doğayla iç içe yaşatabiliyoruz ? Ne kadar sorumluluk verebiyoruz ? Anne babanın kıymetini ve sevgisini ne kadar öğretebiliyoruz ? Hazır elde ettiklerinin değerini ve korumasını ne kadar öğretebiliyoruz ? Yokluktan varlığa ermenin şükrünü ne kadar öğretebiliyoruz ?

Gerçekte çoğunlukla hiçbir şey öğretemedik, öğretemiyoruz. Biz çektik onlar çekmesin diyoruz. Bizim yoktu, onların herşeyi olsun diyoruz. Kimsenin çocuğundan aşağı kalmasınlar diye didinip duruyoruz. En iyi elbiseyi giysin, en iyi yemeği yesin, en iyi telefonu kullansın, en iyi ortamlara girip çıksınlar istiyoruz. Yani, hiç emek vermeden onlara tüm imkanları sunuyoruz. Sonunda herşeyi yapmamıza rağmen onlardan istediğimiz hiçbir şeyi alamayıp nedere yanlış yaptık deyip ahlanıp vahlanıyoruz. Anne babalar olarak istediğimizi alamamanın ruhsal çöküntüsünü yaşıyoruz.

Yaşananların sorumlusu kim? Tabiki ağırlıklı olarak biz anne babalar... Çünkü; evlatlarımıza varlığın kıymetini öğretemedik. Çalışma ve emek verme ile elde edilenlerin değerli olduğunu öğretemedik. Kıymet bilmeyi öğretemedik. Anne babaların onlara harcadığı emeğin ve çektikleri sıkıntıların ne anlama geldiğini öğretemedik. Sorumluluk bilincini veremedik, çalıştırmadık, yormadık, zorlukları göstermedik. Doğanın kucağına bırakamadık. Onlara yok demeyi beceremedik, ne istediyseler önlerine serdik.

Neticede hiçbir şeyden memnun ve tatmin olmayan, anne babasına "istediğim herşeyi yapmak sizin göreviniz, yapmayacaktınız öyleyse dünyaya getirmeseydiniz" diyen, ana baba değeri bilmeyen doğadan gerçek hayattan kopmuş sanal dünyanın esiri olmuş bir nesili kendi ellerimizle hep beraber yarattık.

Eminim ki; herkes bu durumu görüyor ama iş işten geçti diyor. Ancak hiçbir şey geçmemiştir. Nereden başlanırsa ve yol alınırsa kârdır. O nedenle umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Yeni anne babalara ve olacaklara duyrulur. Bir çok şeyi değiştirebilirsiniz.

Sevgili anneler babalar ! Evlatlarınıza ve geleceğe yeni bir yol aç, fener ol, bir ışıkta sen yak.

YAZIYA YORUM KAT
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.