Gürol Ustaömeroğlu
Müzesiz geçen 4000 yıl…
“Müzelerde gördüğümüz eski eserler sadece geçmiş toplumların kültür varlıkları değildir. Aynı zamanda insanlığın düşünce serüvenidir. İnsanın nasıl düşündüğünü, nasıl yaşadığını, nasıl biçimlendirdiğini görür, sanat ve estetik değer yargılarının nasıl geliştiğine tanık oluruz. Kendimizi ve yaşadığımız hayatı sorgulayabilmek, dünden bugüne nasıl ilerlediğimizi, bizden önceki kuşaklardan neyi aldığımızı, devir aldığımız mirasa ne kattığımızı bilmemiz gerekir.” Eğitimci yazar Kadir ŞİŞGİNOĞLU böyle söylüyor “müze kültürü ve eğitimi” kitabının önsözünde.
TLYD Başkanı Sevgili Kenan ATALAY’ın hediyesi olan bu kitabı büyük bir heyecanla okumaya başladım. Her sayfasını, her paragrafını, her cümlesini, her kelimesini hazmederek, içselleştirerek okumaya devam ediyorum. Okudukça hayıflanıyor, vahlanıyorum. Okudukça içimden bir şeylerin koptuğunu hissediyorum. Okudukça bu konuda daha önce amatörce yazdığım köşe yazılarım aklıma geliyor ve bir mimar olarak kentimin Trabzon’umun nasıl yalnız kaldığına ağlıyorum. Müzesiz 4000 yıllık bir kentin adeta yetim olmasına hüzünleniyorum.
Kentimizle ilgili her toplantı veya konferansta kentimizin 4000 yıllık tarihi ile övünüldüğü herkesin malumudur. Bu, son derece doğru bir tespittir. Hatta bazı kaynaklar kentimizin İstanbul’dan dahi eski olduğunu da yazmaktadır. Hal böyle olunca doğal olarak bütün dünyalılar böyle bir geçmişin kültür izlerini aramaya başlıyorlar. Aranılan izler bulundu mu, ne kadarı bulundu, kim buldu, ne buldu bilemiyorum ama bilinen bir şey var ki bu izleri sergileyecek bir müzemiz yok. Mesele bu kadar açık ve net.
Bırakalım kendimizi bir kenara, küçük ama önemli bir empati kuralım. Trabzon dışından Türk veya dünyalı bir vatandaşsınız. Trabzon’a gezmeye geldiniz. Esas itibari ile işin başında Trabzon Kararı’na vardığınız zaman bir sebebiniz olacak ama, haydi bunu atladık ve sebepsiz Trabzon’a gezmeye geldiniz diyelim. Ne yaparsınız? Lüks otellerin lobilerinde oturup kahve içmezsiniz herhalde. Ya da bir elinizde içki bardağınız diğer elinizde ızgara hamsi süper lig maçlarını izlemezsiniz. Yapacağınız şey bu kenti tanımak olacaktır değil mi? Peki bu 4000 yıllık kenti ne ile tanıyacaksınız? Daha doğrusu bu kentin 4000 yıllık bir kent olduğuna nasıl ikna olacaksınız?
Yıllar yıllar önce yazdığım bir yazıda bu kentin bir kültür envanterinin çıkarılıp bunun kayıt altına alınmasının ve bunların somut olarak müzelerde sergilenmesinin gereğine işaret etmiştim. Bütün bu işlemin de laboratuvar titizliği ile yapılabileceğini yazmıştım. İki gün önce tanıştığım Hollanda’da yaşayan Trabzon Yerlisi bir arkadaşla sohbet ederken bu konulara girdik. Meseleye aynı gözle baktığımıza şahit oldum. Bu beni son derece mutlu etti. Tıpkı Sevgili Kadir ŞİŞGİNOĞLU Hocamın beni mutlu ettiği gibi.
Hollanda’daki çiçek, tarım..vs konularına girince bu arkadaşım bana çok ilginç bir şey söyledi; “Yaylalarımızda çok güzel çiçek ve bitkilerimiz var. Bunların kayıt altına alınıp genlerinin korunması gerekmektedir. Biz bunu yapmazsak yarın Avrupalı buraya gelir bu bitkileri alıp gider bir de bunlara sahip çıkar. Zaten şu anda küresel ısınma ve ilgisizlik sebebi ile bir çoğu kaybolmaya başladı.” Bakın işte size bir envanter konusu daha. Bu konu neden bizi bir doğa, bitki müzesine götürmesin ki?
Bu kentte iki adet anıt müze var. Yapanlardan Allah razı olsun. Biri Sümela Manastırı, diğeri Ayasofya Müzesi. Ayasofya Müzesi yarı cami oldu. Yarın belki de müze özelliği hepten kaldırılacak. Bunu bilemeyiz. Başka bir müzemiz yok. 4000 yıllık bir kentin bir müzesi yok kısacası.
Denizimizi doldurup futbol sahası, yol, otel, otobüs terminali, lokanta, çay bahçesi yapıyoruz. Denizi doldurmak kamu yararına olacaksa ve kesinlikle başka bir alternatif yoksa elbette olabilir. Buradan yola çıkarak gelecekten tek bir sebeple emin olup kaygı duymayacağım sevgili okurlar;
Bir değil sayısız konudaki müze veya kültür merkezi nedeni ile denizi doldurduğumuz zaman. ( Denizi doldurmadan da yapılır ya neyse. )