Mehmet Şal
Şerif Hüseyin ve Lawrence karşısında “Türk Kaplanı - çöl kaplanı”
23 Mayıs 1916. Arabistan çöllerinde emperyalizme, ihanete karşı; Medine'nin savunucusu, Kabe-i Muazzama'nın insanların en yücesi nebiler nebisinin onurlu, gür sesi, Türk'ün şanı, şerefi " Çöl Kaplan'ı " cefakar, vefakar, büyük cengaver FAHRETTİN PAŞA...
Bir tarafta kendini Hicaz Emiri ilan edip emperyalistlerle işbirliği yapan, mübarek beldeye Batı'nın mahrem kanlı ellerini dokunduran, mevki makam, şan şöhret peşinde koşan, hırsları, ihtirasları gözünü boyamış Arap isyancı, işbirlikçi, ihanet içindeki, oğulları ile coğrafyanın makus talihini kaderini kan ve gözyaşı ile yazan, binlerce insanın kanına giren, İslam aleminin yüz karası, peygamber sevgini, inancına olan sorumluluklarını, vatan - millet sevgisini ihtiraslarına kurban eden, Türk düşmanı ŞERİF HÜSEYİN...
Öte yanda; Osmanlı Devleti'ni yıkma ve parçalama gayesiyle Arabistan'da başlatılan Arap isyanının siyasi, taktik ve lojistik açıdan daha sistemli hal almasında önemli bir rol üstlenen, İngilizlerin istihbarat faaliyetleri yürüten, Şerif Hüseyin ve oğulları ile sıkı işbirliği kuran, Arapları Osmanlıya karşı kışkırtan, İngiltere'nin bölgedeki hain planlarını uygulamada aracı olan, binlerce Türk askerinin mübarek kanının akmasında, ihanet ve ihtirasların zirve yapmasında baş rol oynayan Araplara kendini kabul ettiren Arabistanlı Lawrence diye anılan, Thomas Edward LAWRENCE...
Türkleri bölgede işgalci gören, peygamberi ve kutsal değerleri ayaklar altına alan, mübarek beldenin İngiz postalları altında ezilmesine zemin hazırlayan yer yer yaşananlara sesiz kalan ve Türk düşmanı, İngiliz işbirlikçi sözde Hicaz Emiri Haşimi aşiretinden ŞERİF HÜSEYİN...
Diğer tarafta emperyalizmin bölgedeki gözü kulağı, Medine'nin ve diğer bölgelerin tahrip edilmesi, Suriye'de 5 bin Türk askerini hunharca boğazlayan, iğrenç bir şekilde katledilmesi emrini veren ve izleyen, LAWRENCE... Lawrence, Şam'daki Türk askerlerinin katledilmesi anı için: "Evet, onları isyana ben kışkırtmıştım. Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım; tiksindim bu vahşetten." diyordu. Arap şef ve İngiltere temsilcileri arasında mekik dokuyan, Haşimi Arapları başta çok sayıda Arap isyancıyı organize eden, Türkleri Araplara kötüleyip Türk karşıtı propaganda da önemli derecede başarılı olan, Arap kıyafetleri ile gezen, Araplar gibi yaşayan, Araplar gibi deve binen, diplomatik görüşmelerde Arap kıyafeti giyen ve Arapların Kralı diye tanınmış, kan emici İngiliz casus ve asker LAWRENCE...
Karşılarında bu yapılanlara karşı dik duruşu sergileyen, İslam'ın ve Türk'ün haklı gururu, sesi soluğu; yokluğa, karanlığa fener olmuş, ihanete pranga vurmuş, iktidar sahiplerinin teslimiyetçi tavrı karşısında inandığı değerleri için herşeyden vazgeçmiş, ömrünü bayrak, vatan, millet devlet için tüketmiş; kutsalları için her şeyini feda etmiş, emrindeki subaylarına askerlerine çöl ortasında açlıkta ve yanlızlıkta güçlü bir inanç, ruh ve karakter aşılamış; inancın, azmin, cesaretin, kararlılığın, sevmenin ve sadakatin sembolü; ihanete, işbirlikçi fitneye, emperyalizme 2 yıl 7 ay set çekmiş, Anadolu diyarından çok uzaklarda sahipsiz tek başına bırakılmış ama yanlız adam " TÜRK KAPLANI - ÇÖL KAPLANI FAHRETTİN PAŞA " ....
I. Cihan Harbinin başlarında Osmanlı Devleti, adalet ve hoşgörüyü hakim kıldığı Balkanlar ve Afrika topraklarını kaybetmişti. Arap coğrafyasında da durum hiç farklı değildi. Keza İngiltere bölgedeki petrol kaynaklarını elde etmek için gözünü bölge coğrafyasına çevirmiş, hedefi için de tüm siyasi argümanlarını devreye sokmuş,her türlü politikaya başvurmaktaydı. İngiltere bölgedeki yerel milisleri Osmanlıya karşı kışkırtıyor, başta Hicaz Şerifi Hüseyin ve özellikleri oğlu Faysal ile sıkı ilişkiler kuruyor ve onları menfaatleri doğrultusunda kullanıyor, diğer yandan bölgede askeri üs, sahalar ve ekonomik alanlar oluşturmaya çalışıyordu.
1. Dünya Savaşı böyle bir ortamda başlamıştı.
Bu esnada İngiliz ajanı LAWRENCE de bölgede bulunuyor ve “ Müslüman Osmanlı Almanya ile ittifak yapıyor, yakında Almanlar Mekke ve Medine’ye de girecek, ” diyerek Arapları Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtıyordu. İşte bu ahval ve şerait içerisinde Peygamber Efendimiz’in kabrinin bulunduğu Medine’yi savunmaya memur edilmişti Türk'ün azmi, gururu, sesi FAHRETTİN PAŞA... Bölgede durum günden güne kötüleşiyordu. Devlet her gün güç kaybediyor, cephelerde büyük kayıplar yaşıyordu. Zaten ekonomik, askeri açıdan büyük zaafiyet geçiren devlet bölgeye yardım yapamaz hale geliyor. Azda olsa yapabileceği yardımlar Medine'ye varan tren yollarının ve diğer ulaşım istasyonlarının tahrip edilmesi nedeniyle gönderilemiyor, Fahrettin Paşa ve askerleri her geçen gün yanlızlaşıyor, silah mühimmat,erzak, yiyecek giyecek, sağlık lojistik açıdan bitme noktasına geliyordu.
İşte böyle bir anda Medine’de ayaklanmaların zirve yaptığı dönemde Cemal Paşa, Medine müdafisi Fahrettin Paşa'ya: "Arzu edersen Alman pilotlardan gönderelim. ” teklifi yapar ama o teklifi geri çevirir. İslam'ın mübarek beldesi Medine’yi savunurken yalnızca Müslüman cengaverlerle bu işi yapmayı arzulaması, Paşa'nın manevi hassasiyetininin ne kadar yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Çölün kızgın sıcağında; yokluk, açlık, sefalet, yanlızlıkla, devletten yardım alamayıp çileli mücadele verilirken; Arap milis liderleri, LAWRENCE ile işbirliği içinde ve ihanetinin hançerini sırtına saplamış, acısını böğründe hisseden Fahrettin Paşa ve yiğitleri; yetmiyormuş gibi Medine’nin Osmanlı Devleti ile kara ve demiryolu ulaşımı kesilmiş, askerin cephanesi ve erzağı tükenmiş açlıkla imtihan oluyordu. Araplar çetelerin baskınları, askerlerimize kurdukları pusuları, Hicaz Demiryolu’nun bombalanması ve merkezle bağlantının kopmuş olması gibi pek çok olayın yaşandığı bu mücadele esnasında en temel sorun açlık ve susuzluk olmuştu. LAWRENCE ve adamları su kaynaklarını zehirliyordu. Tren seferlerindeki aksamalar hem askerimizi hem de masum halkı yiyecek sıkıntısı ile karşı karşıya getirmişti. Medine’deki direnişi kırmak isteyen İngilizlerin savaşın sonlarında Hicaz Demiryollarını bombalaması üzerine Medine’nin dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiş ve sıkıntılar daha da artmıştı. Buna rağmen Resulullah'ın gülistan kabrini düşmana bırakmamayı kafasına koymuştu Fahrettin Paşa. Un stokları azalınca hurma çorbası içiyor, hurma çekirdeklerini öğüterek elde edilen undan ekmek pişirerek açlıklarını bastırıyorlardı…
Medine Kalesi kuşatıldığında direnişin en ateşli ve zor günlerinde şehir açlıkla boğuşurken çok ilginç bir olay yaşanır. Çekirge sürüsü şehri istila etmişti. Fahrettin Paşa, askerlerini toplayarak; Peygamber Efendimiz döneminde de Hicaz’da çekirge istilasının olduğunu ve sahabenin çekirge yediğini söyleyerek askerlerini ikna edebilmek için; Fahrettin Paşa, çekirge yemenin sünnet olduğunu söyleyerek şu bildiriyi yayınlamıştı: “ Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var ? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Asir Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…” diyerek Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah’ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade etmişti. Fahrettin Paşa’nın bu açıklaması üzerine askerimiz kavurma niyetine çekirge yemiş, çekirge unundan ekmek yapmış, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmişti.
Bu arada şehrin yabancı askerler ve Arap çeteler tarafından yağmalanması ihtimaline karşı şehirdeki " KUTSAL EMANETLER " tehdit altında. Fahrettin Paşa peygamberin kabrindeki bu kutsal emanetleri İngilizlerin kirli ellerine teslim etmemek için zorlu bir operasyon ile İstanbul’a nakletmişti. İstanbul'dakiler hiçbir sorumluluk almamış bu nedenle Paşa, tüm sorumluluğu üzerine alarak emanetleri yaklaşık 2 bin asker ile zorluklar içinde İstanbul'a ulaştırır.
Tevazu sahibi ÇÖL KAPLANI, ihanet içindeki ayaklanmacılara karşı yapılan askeri bir harekât sırasında, zorlukla yürüyen çelimsiz, bir askeri görünce devesinden inmiş “Kardeşlerim! Sıkıntıda da bollukta da her şeyi paylaşacağız.” diyerek o askeri kendi devesine bindirmek suretiyle yolculuğa yaya olarak devam etmişti. Tevazu sahibi Paşa askerine moral motivasyon veriyor, askerin kendisine olan güvenini ve inanıncına güç katıyordu.
O ki; 1. Cihan Harbi'nin sonunda 30 Ekim'de teslimiyetçi kafalar Mondros Ateşkes Antlaşması'na imza atıp karanlık günlerin kapısını açarken, Fahrettin Paşa’nın en yakın İtilaf Kuvvetleri komutanlarından birine teslim olup Medine’den çekilmesi emrine karşı Fahrettin Paşa, teslim teklifleri karşısında Mehmetçiğin Medine’yi savunmakta kararlı olduğunu bir Cuma günü Harem-i Şerif’in minberinden şu sözlerle bir kez daha ortaya koymuştu: “… Ey Nas! Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, hilafetin göz bebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir. Şefaatçiniz O’nun Resulü Peygamber Efendimiz’dir…” diyordu.
Osmanlı Padişahı, İngiliz baskısıyla, Medine’nin boşaltılmasını emretmesine rağmen Fahrettin Paşa Medine'yi bırakmamak için “ Padişah, baskı altına olduğunda böyle bir irade emir verdiğini ” söyleyerek, bu emri de yerine getirmemişti.
ÇÖL KAPLANI'nı; hükümet ve Harbiye Nazırlığı “ Direnişe son ver ve teslim ol ” emirini dinlemeyip peygamberi düşmana bırakmamak için kararlılık gösterirken: “ Hükümet, Medine’nin anahtarlarını bir İngiliz subayına teslim et, diyordu. Bunu yapmaktansa dövüşerek ölmek evladır. Teslim için yalnız harbiye nazırının ve hükümetin emri yetmez, mutlaka saltanatın iradesi olmalıdır. ” oyalama taktikleri ile kutlu direnişe devam ediyordu.
"Bayrağımı burçlardan indirtmem, Efendimiz’i bırakmam, diye haykıran ve İngilizlere teslim olmayan bir komutan Fahrettin Paşa...
Fahrettin Paşa, yaşanan sıkıntılara rağmen askerleriyle birlikte Hz. Peygamber’in kabrinin önünden ayrılmıyor; kendisinin deyimiyle “ Son ere, son mermiye ve de son damla kana dek…” mücadeleye devam edileceğini haykırıyordu. Fahrettin Paşa’nın subaylarından İdris Bey verilen mücadeleyi şöyle dile getiriliyordu:
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir, Canan’ı (s.a.v.) veremez Türkler.
Ebedi hâdimu’l haremeyniniz,
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler.
Fahrettin Paşa, kutlu Peygamberi her ziyaretinde; hem Osmanlının aciz yöneticilerinin, hem ihanet içindeki emperyalizmin kul kölesi olmuş, mevki makam hırsı ile yanıp tutuşan aslına, milletine, kültürüne ve inancına sırtını dönmüş sahtekar Arap şef, çeteler ve destekçilerinin hainlikleri karşısında düşülen aciz duruma göz yaşı döküyordu. Değerlerimizin yerle bir edilmesine, Batı'nın salyalarına kurban edilmesine göz yaşı döküyordu. Son ziyaretinde peygamberin kabri başında dua etmiş. İngilizlere kılıcını teslim etmemiş, kılıcını Peygamber Efendimiz’in kabrinin başına bırakmış ve oradan ayrılmamıştı.
1. Dünya savaşı bitip Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 de Mondros Ateşkes Antlaşması'na imza atıp İstanbul ve Anadolu işgale uğrarken; Padişah başta olmak üzere, Hükümet ve Harbiye Nazırının teslim ol emirlerine uymayan Türk'ün savaştaki son kalesi, nefesi, sesi, koca yürekli Fahrettin Paşa; bitmiş perişan olmuş kendi subay ve askerlerinin kendisine teslim olun çağrılarına kulaklarını tıkamıştı. Peygamber kabrini ziyaretinde yine göz yaşı dökerken kendi subaylarının ani bir baskınıyla Hz. Peygamber’in kabrinden cebren çıkarılmış. İngiltere kontrolündeki Mısır’a götürülmüş. Fahrettin Paşa daha sonra oradan savaş esiri olarak Malta’ya sevk edilmişti.
İstiklâl Harbi'nin en dehşetli, buhranlı günlerinde eski günleri ve dostlarını unutmayan, vefasını eksik etmeyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Medine Müdafisi Çöl Kaplan'ı Fahrettin Paşa'yı unutmamış. Kurtuluş Savaşında yapılan esir değişimi antlaşması ile Malta'daki esaret hayatından 30 Nisan 1921 günü kurtarılmıştır. Fahrettin Paşa Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gelmiş sonra Kabil Büyükelçiliği’ne atandı. Afganistan'ın Milli Mücadele'ye verdiği destekte ve kurulan tarihi ilişkilerde büyük payı olmuş. 1926’da İstanbul’a dönüp sonra çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 5 Şubat 1936’da TSK’dan emekliye ayrıldı. 22 Kasım 1948’de Ankara seyahati sırasında kalp krizi geçirerek vefat eden Fahrettin Paşa İstanbul’da toprağa verilmiş. Bedeni vatan toprağı emanet edilirken, ruhu çok sevdiği peygamberin Liva'ül hamd sancağının gölgesine, onun kutlu maneviyatına varmıştı. Yumruk kadar kalbine dünyaları sığdıran PAŞA, sonunda hayat bulduğu cennet vatanda Türk evladına yakışır onurla, gururla bayrağın gölgesinde huzura teslim olmuştu.
Fahrettin Paşa; bedeni, ruhu, onuru, gururu, vicdani ve cesareti ile ihanete, illete, acizlere, prangalara, emperyalizme karşı eliyle, diliyle gönlüyle dik durmuş, tarihin altın sayfalarında yer edinmiştir. Buna rağmen halen onu nesillerimize tam anlamıyla tanıtamatık. Tanınmayı anlaşılmayı fazlası ile hak etmiştir. Oğuz ilinin cesur evlatlarına, bu vesileyle Türk'ün onurlu duruşunun simgesi kendi küllerinden doğusunun lideri başkomutanı GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ve silah arkadaşlarını, Rumelihisarı Kabristanlığında medfun bulunan YANLIZ ADAM TÜRK KAPLANI FAHRETTİN PAŞA'YI, kahramanlarımızı, şehitlerimizi ahirete göçmüş gazilerimizi rahmetle anıyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. ALLAH her daim milletimizin üzerinden vatansever evlatlarını eksik etmesin.